Birkaç hafta önce Londra uçağına binmeden havaalanındaki CIP Lounge’a girdiğimde, sadece seyahat çantamı değil, aynı zamanda kalbimde ne olduğu belirsiz bir ağırlık da taşıyordum, nefesimi sıkan… beni yoran. Kendi kendine usul usul eski melodiler çalan piyanonun yakınında bir yer bulup yerleştim.
Sonrasında içimde neler olup bittiğini tarif etmesi zor. Rahatladım. Omuzlarım düştü. Artık nefesimi tutmadığımı farkettim. Eski bir dost gibi özgüvenim çıkıverdi ortaya. Sanki merkezimi bulmuş, kendimi yeniden tanır hale gelmiştim. “Hah, işte burdayım.” Bu tatlı, pozitif değişimi çok fazla analiz etmek istemedim. Büyük ihtimal iş ve ofisden uzaklaşmaktı sebebi zaten. Sadece tadına varmak istiyordum.
Sonunda. Dört kız arkadaş Londra’daydık, ordan oraya kıkır kıkır koşuştuyorduk. Bu durumda insan tipik olarak diyaloglarımızın önde gideninin aşk hayatlarımızdaki çekişmeler olduğunu sanır. Ama baktık ki kafamız Türkiye’deki yaşama biçimiyle çok daha meşgul, içimiz erkeklere bile olduğumuzdan bıkkın. Sanki AA toplantılarındaymışız gibi, çaresizce korku hikayelerimizi paylaştık, aynı hüsranları paylaşmanın getirdiği empati duygusuyla içimizi rahatlatmaya çalıştık.
Yüzeyi trafikle kurcalamaya başladık. “Sadece işe gidebilmek için trafiğin ne kadar zamanınızı ve enerjinizi yokettiğini bir düşünün!” diye vurguladı ablam. Araba kullanmayan ve karşıdan karşıya geçebilmek için kendini gelen arabaların önüne atmak zorunda kalan bir yaya olarak, benim ana şikayetim kimsenin bırak diğer sürücülere, yayalara bile yol vermemesiydi. Askine yavaşlayacakları yerde gaza basıyorlar. “Çünkü eğer yavaşlarsa veya beklerse, enayi yerine konulduğunu zannediyor,” diye bağladık konuyu.
Bu bana iptal edilip haberlere çıkan Nice uçuşunu hatırlattı. Birkaç yabancı, Cey ve ben sabırla sırada beklerken, diğer Türk yolcularının avaz avaz bağırıp kaos yaratarak kuyruğun çevresinden dolanıp herkesin önüne geçme çabalarını dehşetle seyretmiştik. Farkında değillerdi ki “Önce ben gitmeliyim” tavrı ile gecikmeyi daha da uzatan kendileriydi. Maalesef uyanık olduğunu sanan insanlarla sadece iptal edilen uçuşlar gibi nadir durumlarda karşılaşmıyoruz. Her yerdeler. Aynı trafikde oldukları gibi restoranda, bankada, kasadalar… Ama benim genelde daha da çok kızdığım, masanın diğer tarafında olup da sıra kesenlerin işini görüp buna izin verenler. Sistem bu.
Sistem aynı zamanda dikte eder ki kim olursanız olun – güvenlik görevlisi, kasiyer, garson, hiç farketmez – sanki birinin karşılaşacağı en önemli, en başarılı, en güzel insanmışsınız gibi tavır yapmalısınız. Ortak bir arkadaşımızın doğumgünü partisinde karşılaştığım kadın gibi. İkimiz de erkenciydik. Merhaba dedim ve tam kendimi tanıştırmak üzereydim ki, kendisi bana baktı ve suratını çevirdi. Şanslıyım ki alınmayacak kadar öz güvenim az çok yerinde. Şanslıyım ki görgüsüzlükle sahte üstünlüğü birbirine karıştırıp kendini kanıtlamaya çalıştığını farkedecek kadar deneyimim var. Ama bunu yapıyor olmasının trajik sebebi, insanların da onu kaba olduğu için üstün olduğunu varsaymasıdır. Bu tavrın uydurma olduğunu daha da açığa vuran, New York‘da yaşadığımı öğrenir öğrenmez sanki en yakın arkadaşımmışçasına yanıma ilişip, “Gelecek seyahatim için tavsiye ver bana,” demesi oldu. Üzücü, burada yapılan sosyal ağları birbirine bağlayan ipliğin gizli gündemler olması.
En büyük amil ise üstün hissedebilmek, ama en az iş yaparak. Bu yüzdendir ki yalaka çalışanlar asıl iş kotaranların önüne geçer her zaman. Her iki tarafın da işine geldiğinden bozuk ve verimsiz bir kısırdöngü yaratılır. Patron işini yapmadan kendini üstün hissetmek ister. Dolayısıyla etrafını hem işini görecek hem de yalakalık yapacak çalışanlarla donatır. Onlar da patron en çok onlara güveniyor numarası yaptığından iş arkadaşlarına karşı üstünlük taslarlar. Gerçekten işine odaklı çalışanlar ise yaptıkları işin karşılığını alamadıklarından, bulundukları iş ortamına içerleyip eskisi kadar verimli iş yapmayı bırakırlar. “Neye faydası var ki?” Gevşeyenler eninde sonunda yarım bırakılan işleri tamamlamak zorunda kalırlar. Ve bir işi bitirmenin en çabuk yolu da, başkasının yaptığı işi kopyalamaktır.
Victoria döneminde yaşamış İngiliz bayan Mortimer, bugüne kadar yazılmış en sert ve patavatsız seyahatnameyi çıkartır ve 1849′da Türk insanı hakkında şaşırtıcı bir doğrulukla şunu yazar, “O kadar kasvetliler ki bilge gözüküyorlar. Ama tembel insan nasıl bilge olabilir? Zamanlarını kahve yudumlayıp oturarak geçirmeyi seviyorlar. O kadar tembeller ki, topraklarının o kadar verimli olmasına rağmen, kendi ekmekleri için yeteri kadar tahıl ekmiyor, başka ülkelerden tahıl getirtiyorlar.”
Topraklarımız verimlidir, verimliydi. Mücevherlerimiz ve tekstilimiz benzersizdi. Çini ve Ebru gibi özgün işçiliklerimiz vardı. Ama güçlü ve değerli yönlerimize sarılmak yerine, sadece tembel olmakla kalmadık, kendimizi sürekli başkalarıyla mukayese ederek paralize olduk. Bu kronik karşılaştırmanın temelinde kendinden şüphe duymak yatar. Bir virüs gibi yayılır, her günümüzü etkiler. Thedoore Roosevelt demiş ki, “Karşılaştırma, neşenin hırsızıdır.”
Türk kadınlarını ele alalım. Neden bir erkek ile tanışmak uğruna gittikleri bir barda, tek ilgi gören arkadaşlarını sabote ederler? Neden Alaçatı gibi bir yerde bile, az göğüs dekoltesi olan bir kadına Salem’deki bir cadıyı yakmak istermişcesine bakıp dururlar? Bir partide, neden erkek arkadaşlarını sürekli el tutuşarak etiketleme ihtiyacı hissederler? Çünkü gereksiz yere kendilerini başka kadınlarla karşılaştırdıklarından, kendileri her ne kadar fevkalade olsalar da, komşunun çimeninin daha yeşil olduğunu varsayarlar.
Tembellikle bağdaştığında bu tehlikeli varsayım, sürü mentalitesiyle birlikte başkalarını kopyalamaya iter. Çakma çantalar gibi, herşey taklit. Tavırlardan restoran konseptlerine, dizilerden hayat tarzlarına. Ancak kopyalanan şeyin o kadar cahil bir yorumlaması ki, aynı kendini kanıtlama ihtiyacında olduğu gibi insan tüm içtenliğini, orijinalliğini ve geçerliliğini yitiriyor. Ama bu bir epidemik ise, kim bunu farkedebilir? Bu bir genel ruh haline dönüşüyor, hayat tarzı oluyor. Sistem bu şekilde oturuyor.
Trafik. Günlük işler. Sosyalleşmek. İş. Aşk hayatı. “Ben enayi değilim. Senden aşağı değilim,” tipik bir Türk insanının her hareketindeki alt yazıdır. Amerikalı törel ve sosyal filozof Erif Hoffer’ın sade deyişi ile, “Kabalık, zayıf insanın gücü taklit etmesidir.” Kibarlığı aptallık, özür dilemeyi zayıflık, samimiyeti aşağılık zanneden bir kültür, elbette ki holiganlardan oluşan bir toplum üretir.
Peki sizce nüfusun çoğunluğunun bu durumda olması genetik mi? Mezopotamya’yı “Allah Allah Allah” feryatlarıyla fetheden barbar fatihler gibi, insanlar metroda gördükleri boş oturma yerlerine saldırıyorlar. Tarih boyunca Batı’yı klon etmeye çalışmamız mı yoksa yarattı, Modernleşme ile Batılılaşma arasındaki ince farkı kaçıran dejenere toplumu? İslam mı yoksa? Bernard Lewis’in kayda değer kitabı “What Went Wrong?“da belirttiği gibi:
“Öne sürüldü ki – eğer İslam özgürlük, bilim ve ekonomik gelişime engel ise, nasıl oluyor da geçmişte Müslüman toplumlar her üç alanda da öncüydüler? Hem de inançlarının kaynakları ve ilhamlarına çok daha yakınken? Bazıları bu soruyu başka bir formatta sormuştur- “İslam Müslüman’lara ne yaptı?” değil de “Müslüman’lar İslam’a ne yaptı?”
Bir ülke sadece coğrafyasıyla değil, neredeyse tamamiyle insanları ile tanımlanır. Bu yüzdendir ki Istanbul gibi muhteşem bir şehri bırakıp başka yerlere seyahat ettiğimizde, Romantic Rocker‘ın İtalya’dan döndüğündeki gibi yorumlarla karşılaşıyoruz, “İnsan olduğumu hatırladım! İnsanlar öyle samimiydiler ki.” Veya gene Istanbul’da yaşayan bir İngiliz’in iç geçirerek itiraf etmesi de. “İnsanların ufacık da olsa birşeyi incelikle yapmalarını özledim. Hani… değer vererek.” Veya bir erkeğin New York gibi bir yerde bile kapıyı nezaketen tuttuğunda şaşırıp bocalamam gibi. Kısaca alışık değiliz artık.
Samimi. Değer veren. Kibar. Bu ülkede özlediğim herşey. Gezi haricinde. Bence Gezi, Türk insanının unutulan en iyi yönlerini yeniden gün ışığına çıkartmıştı. Bu hükümet altında milletimiz, medeni bir toplumda yaşamanın getirdiği en minimal koşulları yerine getirmekten aciz bir hal aldı. Çoğunluk, uyum içinde yaşamak için şart olan en basit insani değer ve yargılarını dramatik bir oranla yitirdi. Ne de olsa sürü olarak başlarına seçtikleri çoban, Erdoğan.
Sonunda kendime soruyorum, “Ev neresi?” Ailenizin yaşadığı yer mi? Doğduğunuz yer mi? Mülkünüzün olduğu yer mi? Hayır. Bence ev, kendinizi güvende hissettiğiniz yerdir. Ev, hayatın küçük zevklerini tadabileceğiniz yerdir. Ev, huzur bulduğunuz yerdir. Şimdi havaalanında neden o kadar hafif hissettiğimin farkına varıyorum. Korumamı aşağıya çekmiştim. Beni şefkatsizlikten, saklı ajendalardan ve medeniyetsizlikten koruyan boks eldivenlerimi bir kenara koymuştum. Eve gidiyordum ki son zamanlarda ev, utanarak söylüyorum, burası dışında heryer.
In English
I was on my way to London a couple of weeks ago when I walked in the CIP lounge at the airport, not only carrying my travel bag, but also this ambiguous feeling of burden in my heart, clutching my breath tight… exhausting me. I found a spot by the self-playing piano that softly played old tunes and settled in.
It’s hard to describe what followed next within me. I relaxed. My shoulders dropped. I realized I stopped holding my breath. A sense of self-confidence emerged like an old friend. As if I had re-located my center and was beginning to recognize myself again. “Oh, there I am.” I didn’t want to analyze this positively sweet change that sneaked up on me. It was probably taking a break from work anyway. I just wanted to enjoy it.
Finally. Four girlfriends in London, giddily running around the city. One would stereotypically imagine the front runner of conversation would be the battles we face in our love lives. It turns out, we were more aggravated and pre-occupied with the general Turkish way of living than men. As if in an AA meeting, we helplessly swapped horror stories, finding comfort in being able to share the same frustrations.
We began to scratch the surface with traffic. “Think how much of your time and energy the traffic sucks out of you when you’re just – trying – to go – to work!” my sister exclaimed. As someone who doesn’t drive and have to throw herself in front of oncoming cars just to be able to cross the street, my main complaint was that no one lets a pedestrian pass, let alone a fellow driver. In fact, instead of slowing down they hit the gas. “It’s because if they slow down or wait, they feel like they’ve been taken for a fool,” we concluded.
This reminds me of the canceled Nice flight I was on that made the news. While a few foreigners, Cey and myself patiently waited in line, we watched in horror the other Turkish passengers screaming, chaotically walking around the line in an attempt to jump in front of everyone else, without realizing their “I must go first” attitude was the cause for further delay. Unfortunately it’s not just rare cases like canceled flights that we deal with people assuming they outsmart you. Just like in traffic, it’s also at restaurants, at the bank, at the store counters… Yet, I grow more angry at the people who are on the other side of the desk allowing it to happen by assisting the people who do cut in line. It’s the system.
The system also dictates that no matter who you are – a bouncer, a cashier, a waiter, doesn’t matter – you must have an attitude like you are the most important, successful, gorgeous person you’ll ever get in contact with. Like this woman who was at a mutual friend’s birthday party. We both arrived early. I said hello and was about to introduce myself when she looked at me and then looked the other way. Luckily I was confident enough not to take it personally, and experienced enough to realize she was simply trying to prove herself, confusing bad manners with fake superiority. She does that because tragically, people do think she is superior because she is rude. Unveiling the phony attitude even further however, was the way she rushed over to me the second she found out I lived in New York. “I need advice on my upcoming trip,” she demanded as if we were best friends. Sadly, ulterior motives seem to be the common thread of social connections here.
The biggest ulterior motive of all is to feel superior, but with the least amount of work. That is why employees who kiss ass the most get ahead of the people who work the most. It works both ways to create a vicious cycle of unproductivity. The boss wants to feel superior without doing the work. So he surrounds himself with people who are willing to do his work while sucking up to him. The employees feel superior over their colleagues because the boss pretends to trust them more. The ones who actually do their jobs go unrewarded and begin to resent the workplace and as a consequence stop working as efficiently as before. “What’s the point?” So the employees who were slacking off have to pick up the pieces eventually. And the quickest way to do that is by copying the works of others.
The most politically incorrect travel book titled “Clumsiest People in Europe” written by a viciously critical Victorian lady Mrs Mortimer in 1849 says, with surprising accuracy, the following about Turkish people, “They are so grave that they look wise. But how can lazy people be really wise? They like to spend their time sipping coffee, and sitting still. They are so lazy that, though the land is very fruitful, they do not sow grain enough for their own bread, but send for grain to other countries.”
Our land is, or was, fruitful. Our jewelry and textiles were one of a kind. We had unique craftsmanship such as the art of çini or ebru. Yet instead of embracing our true strengths and values, we’ve not only been lazy, but paralyzed by constantly comparing ourselves to others. This chronic self-comparison is fundamentally derived from self-doubt. It spreads like a disease, effecting our everyday. As Theodore Roosevelt once said, “Comparison is the thief of joy.”
Let’s take Turkish women as an example. When they get together at a bar in the hopes of meeting men, why do they sabotage their one friend who does get hit on? Why, even in a place like Alaçatı, do they stare at a woman with a tiny bit of cleavage as if they want to burn her on a stick like a witch from Salem? At a party, why do they always feel the need to label their boyfriends with constant hand-holding? It’s because they unnecessarily compare themselves to other women and no matter how wonderful they are, they assume the grass is always greener on the other side.
Combined with laziness, that dangerous assumption leads to copying others with the mentality of a herd. Like fake designer bags, everything is an imitation. From attitudes to restaurant concepts, from soap operas to life-styles. Yet it is such a misguided interpretation of what is being copied that, in the similar fashion of the need to prove one’s self, one loses all sincerity, originality and validity. But when it’s an epidemic, who notices it? It becomes a state of mind, a way of life. It becomes the system.
Traffic. Daily interactions. Socializing. Work. Dating. “I am no fool. I am not inferior to you,” is the subtext of every action of a typical Turkish person. And as the American moral and social philosopher Eric Hoffer simply puts, “Rudeness is the weak person’s imitation of strength.” A culture that mistakes politeness for foolishness, apologizing for weakness, sincerity for inferiority is bound to breed a nation of hooligans.
Is it the genes you think, that make the general population this way? Like the hungry barbaric conquerors of Mesopotamia screaming “Allah Allah Allah,” people attack an empty seat on a metro. Is it cloning the West throughout history that created a degenerate population that misses the delicate distinction between Modernization and Westernization? Is it Islam? Bernard Lewis points out in his remarkable book “What Went Wrong?” the following:
“The point has been made – if Islam is an obstacle to freedom, to science, to economic development, how is it that Muslim society in the past was a pioneer in all three, and this when Muslims were much closer in time to the sources and inspiration of their faith than they are now? Some have indeed posed the question in a different form – not “What has Islam done to Muslims?” but “What have the Muslims done to Islam?”
A country cannot be defined solely by its geography, but almost entirely by its people. That is why when we leave a city as magnificient as Istanbul to travel, we get comments like Romantic Rocker who just returned from Italy, “I remembered what it was like to be human again! People were so genuine.” Or a British expat living in Istanbul sighing deeply and admitting, “I miss people doing things, no matter how small, with care. You know… care.” Or why I get all jumpy when a man holds the door for me out of courtesy even at a place like New York. We are simply not used to it.
Genuine. Caring. Polite. Everything that I miss in this country. Except when I was at Gezi. I think it had brought out everything that is good and forgotten about Turkish people back into the daylight. Under this government, our nation has completely lost the capacity to fulfill the minimal requirements of living in a civilized society. The majority has dramatically lost the most basic human values and decency that is necessary to live in harmony. Because to make matters worst, the shepherd the herd elected to follow has been Erdogan.
In the end, I ask myself, “Where is home?” Is it where your family lives? Is it where you were born? Is it where you own property? No. For me, home is where you feel safe. Home is where you are able to enjoy the small pleasures of life. Home, is where you get comforted. Now I realize why I felt that light at the airport. I had lowered my guard and put away my boxing gloves that protected me from unkindness, hidden agendas and barbarity. I was on my way home which these days – I am ashamed to say – is anywhere but here.
Basak Miller
Cok yerinde bir analiz..Eksigi bile var…Yazari kutlarim…
Yazı yalanlarla dolu doğrulardan yoksun. Bu kadar yalan yazarı kutlamak lazım. Tabii onu kutlayanlarıda kutlamak lazım!
Yalan ne varmıs tam olarak ?
Yalanlara ornek verebilir misin?
Huzuru yurtdışında aramak zorunda kalan bir çok insanın duygularına tercüman olan bu yazıyı anlamak yerine, bende dahil olmak üzere bu insanların kafalarındaki son kalan ‘acaba’ yı da silen küçümseyen, saldırgan, seviyesiz ve en azından ön isminizi dahi paylaşacak medeni cesaretten uzak yorumunuz için teşekkürler.
Kendi insanini tanimamis birisinin hezeyani – lots of B S
Yalan diyen Arkadasa soruyorum neresi yalan neredeyse Selamun aleykum diyen birine niye laf atiyorsun diye kafa atacak hale gelmis bir millet olduk.tembel uretmeyen hazirci yalanci rahatci kaba saba bir millet olduk.Ben her Turkiyeye girişimde sevinc dolu iken her geri donusumu sabirsizlikla bekliyorum birkac gun de yoruluyorum insanlarin kabaliklarindan.Sadece iki defa ziyarete gelen annem bile siz ABD de yasamaya alismissiniz Turkiyede yapamazsin artik dediginde de bahsettigi bir durum bu artik neresi yalan bana soykersen sevinirim.
Arkadas diyorsunya a lot of b.s. sen Turkce bile yazmazken dusunceni konuyu anlayamadigin belli ki oyle diyorsun.Yazarin da dedigi gibi sen Amerikadan geldigin icin seni yere goge sigdiramayan kisiler yuzunden gercekleri goremiyor oldugun kanisindayim.Fatih Can.
yani hayir tamam türkce yazdin da bir de ingilizce neden
bir ülke insani kendi ülkesini bu kadar mi kötüler arkadas ya yeter hakkaten yeter
sonuna kadar hak veriyorum Fuat Bey.
bazı kısımları doğru olmakla beraber allah allah nidaları ile mezopotamyayı fethedenler barbar kavimler değidir. barbar kavim arıyorsanız haçlı seferlerini toplayanlara bakın bence. size tavsiyem doğudan batıya akan nehir belgeselini izlemeniz. bir ingilizin dar bir çevrede gördüklerini tüm bir ülkeye yaymaya kalkarsanız hayranı olduğunuz batıyı bu şekilde göremezsiniz. hele ki amerikayı. asıl tavsiyem bence tarihi doğru yayınlardan iyi araştırın çarpık yayınlar üzerinden araştırmak ve öğrenmek yerine. ondan sonra yazdıklarınızı tekrar edindiğiniz doğru bilgiler üzerinden tekrar gözden geçirin. tabi önyargılarınızı kırabilirseniz
ayiptir söylemesi ama tam klasik gurbetci tribi. yazinin önce ingilizce yazildigi asikar. anadili ingilizce ya da hangi ülkede yasiyorsa o dil olan, trye sadece yaz tatillerinde gelen kitle de türkiyeye evim demesin please.
Sizin yorumunuzun da Türkçe’ye uyan bir tarafı yok maalesef. Ne noktalama, ne büyük harf kullanımı, ne de doğru dürüst Türkçe kullanımı. Tarzanca bir dille yazmışsınız. Başkasını eleştirmeden önce kendi yanlışlarınızı düzeltiniz lütfen. Türkiye’deki herkes bunu yapabilse, belki toplum olarak iyileşebiliriz.
Partly true but exaggerated. I personally feel myself at home in Kadıköy, Istanbul. People are nice and helpful. I like to eat out, linger at the streets at late hours, sit, read, drink, and flirt by the seaside like everyone else. And I can’t say I feel unsafe.
Kadikoy is not Turkey, you know…
it’s true that kadıköy is a relatively safer and freer neighbourhood however you are not a woman. unfortunately experiences differ quite a lot according to sexes. sad but true. and i say that as a turkish woman who lived abroad for 6 months.
What have you done to change that???? ” Home” insanlarin duzeltebilmek icin ugruna fedakarlik yaptigi yerdir. Ingiltere bir zamanlar biraz guzel ve modern fikirli kadinlarin cadi diye yakildigi bir ulkeydi. Amerika daha 50 li yillarda rengi yuzunden insanlarin asildigi, asalandigi, dovuldugu bir yerdi. Bu ulke de yasanmaz demediler, duzeltmek icin savastilar, protesto ettiler, birbirlerini duzeltmek icin seneler harcadilar..Bence tembellikten konusurken insan once bir kendine bakmali…yoksa yigitligin onda dokuzu kacmaktir atasozunu mu takip ediyoruz???
Katiliyorum. Uzucu bir durum. Cozum kacista degil, degistirmeye calismakta. Bu kacis saplantisini da yeni jenerasyonda ve universiteden yeni mezun olmus genclerde cok goruyoruz. Ha bu arada, ben nerdeyse 8 senedir yurtdisina (Hollanda’da) yasadigimi da belirteyim, ki sanki ben cok farkliymisim gibi bir hava vermeyeyim. Ama bazi seylerin ayirdina varmamiz gerek artik. Havaalaninda, Turkiye ucusunun kuyruguna geldiginizde duydugunuz utanc, oradaki insanlari begenmeme sebebiniz o insanlar degil, sizin kendi kibirinizdir. O insanlarla bir alakasi yok. Evet gelismemislik var, dogru. Ama “gelismislik” ne ki? Gelismis diye atfettigimiz medeniyetler su anda geldiginiz topraklarin komsusunun yasadigi ic savasin sorumlusu… Bireysel toplumlar seklinde yasiyor ve birbirlerinin onunden “kibarca”, rasyonel bir bicimde lokmalarini almak icin ugrasiyorlar. Bu medeniyetler, kendi topraklarina daha fazla zarar gelmesin diye, pis islerini Cin’de, Hindistan’da, Filipinler’de yaptiriyor… Hem de “ucuz maliyet” adi altinda, yeni calisma teknigi olarak tanitarak. Ya da, Afrika’daki petrol, altin ve elmas kaynaklarini ellerinde tutmak icin, yerel halki birbirine kirdiriyor. Ha Irak, Filistin, Suriye, Libya ve benzeri Kuzey Afrika ulkelerinde, Arabistanli Lawrence’la basayan politikalarini gormuyor, anlamiyorsak, o zaman gercekten kibir gozu kor etmis olmali. Yani demem o ki, 50 yil oncesine gitmeye gerek yok tek disi kalmis “medeniyetin”, Ingiliz kibarliginin ve asaletininin boyutlarini anlamak icin. Soru su ki, Gul Hanim sizin de sordugunuz gibi, “Biz ne yaptik?” ya da “Basak Hanim, siz ne yaptiniz?”. Bir halki tembellikle, anlayissizlikla, ve geri kalmislikla suclarken, o kadar asikar ki o halktan geliyor oldugunuz. Zira, yaziniz sizin kendi tembelliginiz, anlayissizliginiz ve geri kalmisliginizla dolu. Yazinizda sizin bunlarin onune gecmek icin bir sey yapmis oldugunuza isaret eden hicbir nokta yok. Eger yapmis olsaniz, o zaman yaptiklarinizdan ve baskalarinin da size nasil katilmasi gerektiginden bahsedersiniz. Sizi yargilamak istemiyorum, ama siz de artik baskalarini yargilamayi birakin. Cunku siz bundan ustunsun olmalisiniz. Aldiginiz iyi egitimi, ve terbiyeyi, yermis oldugunuz insanlari daha ileriye tasimak icin kullanmalisiniz. Ogrendiginiz bati kulturunun iyi yanlarini, kendi kulturunuzun imecesiyle, misafirperverligiyle, yasama sevinci, aile baglariyla harmanlamalisiniz. Calisarak ve isdihdam, hem de hakli ve haklinin yaninda bir istihdam saglayarak, bu insanlara bir faydaniz olabilir. Bunu bir dusunun…
Bırakıp gitmekte bir şey yapmak aslında Özlem hanım. Bu düzen içinde iyi niyet ile yapacaklarınız sizin amacınıza değil, sistemin, düzenin böyle yürümesini isteyenlere yarayacak. Onları destekleyen, yaşatan iyi niyetleri ile yaratan, çalışan, üreten entellektüel insanlar. Bu insanlar aslında farkında olmadan bu yapıyı güçlendiklerini farkettiklerinde ve sizin deyiminiz ile ‘kaçtıklarında’ ister istemez bu düzen yıkılacak ve yenisi kurulacaktır. Ama bunun farkında olup da yapacak cesareti olmayan, kaygıları baskın gelen benim gibileri de maalesef bu sistemi daha uzun süre ayakta tutacakalar…
What have you done so far to change the things you described, except complaining? Nothing – pls don’t take it personally, I don’t want to be “unkind” to you but I’m glad you’ve found yourself a new home (anywhere but Turkey), secure your kindness and good values there and read turkish news from abroad all life long 🙂
5 sene once “Yeter bu insanlarin arasinda yasamak istemiyorum” diyerek Turkiye’den goc etme karari alan, 3 sene once de Kanada’ya goc edebilmis, halen Montreal’de yasayan biriyim. 30 yasinda, ortalama bir Turk’ten cok daha fazla kazanirken, iyi giden bir kariyeri birakip goc ettim hem de…
Dogma buyume Kadikoy’lu biri olarak orada ozledigim cok sey olmasina, bir cok insanin burnumda tutmesine ragmen, gectimiz sene Mayis ayinda iki haftalik Turkiye seyahatimin buyuk bir izdirap haline geldigini, insanlarin gozlerindeki mutsuzluk, huzursuzluk ve hatta nefretin beni nasil bogdugunu tarif edebilmem mumkun degil. 3 gunun sonunda Istanbul e o cok ozledigim yerler kisiler beni nefes alamaz hale getirdi resmen.
Insani surekli bir gerginlik ve stres icerisinde yasamaya iten, daima huzursuz ve asabi bir toplumumuz var. Cok yazik… Ilaci, caresi nedir bilemiyorum. Ben kendi adima kacmakta buldum cozumu ve bulundugum yerde cok huzurluyum ama bu ozlem duymami ve keske memleketimde mutlu olabilseydim” diye uzulmemi ve hatta surekli takip edip ola biteni dert etmemi engellemiyor.
Ozetle, her satirina imza atabilecegim bir yazi. Yorumlarda yapilan “bir insan memleketini kotuler mi” ile baslayip “simarik gurbetci” tadina varan elestirileri ise anlayabilmem mumkun degil. Ulke olarak sorunu kabul edip konusabiliyor hale gelsek belki cozum de bulacagiz halbuki…
Çok güzel ifade etmişsiniz.
Baris Bey,
iz uc senedir, ben 14 senedir Amerika’da yasiyorum. Hayatimda Amerikalilar kadar sahte insanlar gormedim. Turkiye’ye geri geldim ve 1 sene kalacagim ve hatta belki de bir daha geri donmemek uzere Turkiye’de kalabilirim. Benim ulkeme donme fikrini kafama koymamin nedeni maalesef Amerikalilarin inanilmaz sahteligi. Bizim insanlarimizin ictenligini ozleyemisim.
Henuz basligi gordugumde benim de once insan ve bir kadin olarak Turkiye’de yasarken cektigim sikintilari anlatacagini tahmin etmistim. Uzun suredir dile getirdigim kaygilarimi yaziya doktugunuz icin tesekkur ederim. Yapilan bir takim yorumlarda gordum ki gurbetci tribi gibi saldiri niteliginde bir dil kullanilmis. Bu kisilere cok yazik diyorum sadece. Siz hic yurt disindan aktarmali gelirken Turklerin yogunluklu oldugu bir sirada beklediniz mi? Her zaman kargasa vardir, zaman zaman da tartisma ve polisin gelmesi ile biter. Bir disaridan gorebilseniz halinizi! Yillarca buyuklugumuzu savunduktan sonra asil buyuklugun karsindakine saygi duymak oldugunu ogrendim. Bir kapiyi on adim arkadan gelene tutmak, gulumsemek ve gunaydin diyebilmek yabancilara, bizim Turkiyemizde pek olasi seyler degil yazik ki. Turkiye’de kadin olarak y gozle, sozle ve temasla yasadigimiz tacizlere hic girmiyorum bile… Dilerim bir gun Turkiye de bu yuksek uygarlik seviyesine ulasacaktir. Aranizda tarih bilgisini konusturanlarda olmus, savunmaya gecenlerde. Sizlere tavsiyem su ana odaklanmanizdir, yani bugune! Cunku biz bugun yasiyoruz ve cocuklarimiz yarini guzel kucaklasinlar istiyorum ve Turkiye’de yasasinlar, guzel vatanimizin ilerlemesine katkida bulunsunlar istiyorum.
bazı kısımları doğru olmakla beraber allah allah nidaları ile mezopotamyayı fethedenler barbar kavimler derken içindeki turk düşmanlığını dışa vurmuş arkadaş.. Yukarda bir arkadaşın dediği gibi çok sevdiğiniz amerikan ruyası çok değil 50 yıl önce renkten ötürü otobuse bile bindirmiyordu oysa ki biz insana insan olduğundan ötürü tarihte hiçbir zaman köle yapmamış bir milletiz.
Bazı serzenişler; saygı, beraber yaşama, nezaket vs. haklı yonleri olmakla beraber adı ustunde maaesef hala ”gelişmekte olan” bir ulkeyiz. Sırf bu yuzden tarihte başkalrını köleleştirip zenginleşen ve bizim yaşadığımız bu gelişme evresini daha önce tamamlayan ama bunu kanlı bir tarihle yapan çok sevdiğiniz batı toplumu benim gözümde hiçbir zaman uygar olamaz.. Bugun ayın 02.08 ve filistinde 1600 geçen insan ölmüş ingiliz(guardian) amerikan gazetelerine(LAT) bakın sayfanın en altlarında kaçırılan israil askerinin haberini görürsünüz not 1.600 dead!!! it’s OK
Yani biz hala insanız ve insana değer verirken senin çok sevdiğin ABD ve saz arkadaşları sırf müslüman ve onlardan olmadığı için zerre kadar umursamıyor.
Toplum olarak eğitim seviyemiz hala çok kötü ama yukseliyor sevgi saygı hadisesi çok kötü ama eskiye nazaran düzeliyor eskiden kırmızı ışıkta bile durmazdı trafikte insanlar ama artık kurallara riayet artıyor.
Yaşanan o kadar acı’nın yanında(Bizim 30 yıl boyunca yaşadığımız terör belası dahil) ”efendim ama kapımı açmadılar” meselesi o kadar kaduk kalıyor ki!!
Bayanlara sözle gözle taciz vs. konusuna gelirsek doğruluk payı olan hala bu memleketin en buyuk problemlerinden birisi bu buna aile içi şiddet taciz vs de ekleyebilirsiniz fakat bu menem şey sadece burada mı yaşanıyor!! Belçika da özel lisede 10 erkek bir kıza toplu tecavüz ettiğinde yada ibiza da ingiliz hatun 2 euro luk içki için 16 erkeğe oral seks yaparken ya da irlanda da sokak ortasında bile seks yapan gençleri ve ahlaki rezillik boyutunu özguveni mi yoksa batının ahlaki yozlaşmış reziliğine mi yukleyeğiz!! Taciz tecavuz sadece bizim değil bütün toplumların yaşadığı ahlaki bir problem.. sırf başınıza newyork ta ya da londra da başınıza bişey gelmedi diye mi orası daha guvenli oluyor.. (Bronx’a gidin 10 dan sonra göreyim))
Tipil gurbetçi tribi olmasa bile yurtdışına çıkınca özguven eksikliği + kompleks biraraya gelince hemen en sığ en basmakalıp haliyle ”ama kapımı açmadılar sızlaması”
Bizim memleketimiz sadece istanbul’dan ibaret değildir hanımefendi!! İstanbul da yaşadığınız tatsız hadiseler tum topluma maletmeniz cahillikle kenidini kültürlü zanneden fakat içi boş bir özguvenle yazılmış sadece kötüleyen ve kendini newyork ta yaşadığı için üstün gören
”tipik yurtdışında yaşayan ezik turk tipi”
Nasil New York ta yasayan biri ezik olabiliyor anlamis degilim. Bence ezik olan oraya gidememis ve bu yazidan ders cikaramayan uzanamadigi cigere mundar diyendir. Yaziya katilmamaniz ok, ama her elestiriden bir geribildirim alamamaniz acinasi. Gelismek elestiriyle olur. Ama siz bunu bile bati hayrani olmakla suclayacaksiniz. Sizinle tartisabilmemiz pek mumkun gozukmuyor.
Türkiye’nin o kadar da kötü insanları barındırmadığını bir izmirli olarak söylemek zorundayım. Benim bu ülkeyi bırakmaktan kaçınmamın en büyük sebeplerinden birisi, Türklerin en ünlü özelliği olan misafirperverliğidir, kibarlığıdır. Ben öğrenciyim diye bana beleşten malzeme veren ve parasını ödemeye kalktığımda kabul etmeyen amcama bakıp türkiye kötü diyemiyorum, demek de yakışmaz bize. Ha rahatsız olduğum konular yok mu? Dolu. bol bol var. Çok var, başka doğrusu devletimiz. Eğitim desen bir yere ilerlediği yok, tam tersi gerçekten kendini geliştiremeyen ve kıt akıllı bir nesil üretmekten başka yaptığı birşey yok bu sistemin. Kendini geliştirmek isteyenleri de engelleyen bir sistem olması da cabası. Bir enstrüman çalmak istesen vakit bulamıyorsun bir hobin olmasını istesen yok. Yapamıyorsun, çünkü vakit yok. Fakat bir çok farklı ülkede zorunlu olarak enstrüman çalınması mesela çok hoş okullarda.
Neyse, fakat yine de insan her yerde insandır diyorum. Bu kadar bunalmış ve mentalite açısından ruhumuzu tamamen zedelemiş olmamızın sebebi sistemimizdir, kesinlikle kaçan daha güzel ve rahat yaşar. Fakat insanımız çok güzel. belki çok çok daha güzel yurtdışındakilerden. Belli olmaz fakat, insan insandır. Ama türkler de bayağı iyi ya 😛
Not: New York’a da gittim ezik değilim yani munire efendim…New York’da yaşayan birisi neden ezik olamıyormuş göremedim oradaki mantığı fakat ehsfjhfh
Ben New York’da yasiyorum; cepteki parandan baska degerlerin gecerli olmadigi, dostluk ve yardimseverlik kavramlarinin olmadigi bir toplum. Iklimi berbat, mesken anormal pahali, vs. New York’da yasayan birinin neden ovundugunu, yasamayan birinin de gercekleri bilmeden neden burada yasamaya ozendigini anlamis degilim. Turkye’nin problemlerinden kacmak isteyenler icin NY’dan daha cazip yerler var; Kanada’ya gidip Toronto veya Vancuover’de yasayin.
Osman Bey,
Elinize saglik, cok guzel yazmissiniz… Ben 14 senedir Atlanta’da yasiyorum ve New York’tan farkli degil.
Yazı, benim de uzun süredir düşündüğüm bir konuydu. Hissiyatlarımı çok iyi açıklamışsın. Ellerine sağlık.
Ben küçük bir ekleme yapmak istiyorum. Türkiye’de gelişmiş ülkelere göre “estetik” konusunda çok büyük sıkıntılar olduğunu düşünüyorum. Herşeye fonksiyonel yaklaşmaya başladık. İşin güzelliğini, doğruluğunu bırakıp sadece ne işe yarar bu şeklinde düşünmemizin sonuçları da bu sanırım.
İslam’ın neden bu hale geldiği konusunda da Weberian bakış açısı güzel şeyler anlatıyor. Linki burada: http://www.bangladeshsociology.org/Max%20Weber-Anwar%20Hosain.htm
Son olarak da yorumlar inanılmaz. Suçlayıcı girişler, eleştirmek yerine sen böylesin şöylesin yaftalamaları… “Balık baştan kokar” deyimi doğruysa, Türkiye’nin başındaki adam kimdir ve nasıl davranmaktadır? Aynen bu şekilde…
Duygularıma tercüman olan ve altına 1000 kere imza atabileceğim bir yazı.
She captured a common sentiment very nicely, but may be misleading us about its origins. While romanticized by tourists and extolled by its jingoists, Turkey properly evokes a sort of love/hate dualism for people like Basak and myself who are familiar with both here and elsewhere (and elsewhere is not necessarily just the West by the way).
A resident alien for more than a decade, I too always breathe that sigh of relief upon departing Turkey (just as I do when leaving KSA). And I usually experience a day or two of irritability and generalized anger upon returning; because I am reminded on the way home from the airport of all the unpleasantness I will put up with until I travel again.
I often resent the fact that simply by acknowledging the reality of my surroundings I am made to feel as if I must be some sort of terrible bigot. Yet this society consistently falls short of what could easily be expected of it; and it is tedious to live with people who are very proud to have become so sophisticated as to no longer feel guilty about being uncivilized and corrupt. While stereotypes certainly have exceptions they also tend to have a basis in our real experience. They are what they are. Of course, in public I more often highlight the many things that I love about Turkey, and prefer leaving it to Turkish passport-holders like Basak to describe what is wrong with the Turks.
And interestingly, Turks tend to be very adept at describing what is—in a general manner of speaking—wrong with the Turks. I suppose such a level of awareness could provide part of a solution (if there is such a thing).
On the other hand, the critic is not implicated in the criticism. It can be assumed that a Turk who is critical of Turks considers himself/herself to be an exception to the rule. In this case, soul-searching is not so much required. Now, this may be an unfair stereotype too, and I am open to rebuttal. I have only anecdotal evidence to go on. I can say that among Turkish elites I have known, who are by far the most insightful and enthusiastic critics of the “Turks in general,” I have found very few exceptions. Exactly: Zero.
I believe this may be a part of the problem (if there is such a thing).
As to origins, let’s be realistic and fair—a mentality of envy, cynicism, low expectations, and keeping your head down, the irresponsible conviction that conspirators are pulling all the strings so why bother trying to make a difference, the pervasive distrust of others, the “only my tribe matters” brand of civics, the weird cocktail of inferiority feelings and self-congratulation, preening hospitality, verbose dilettantism, the belief that life/business/marriage/politics is “just a game,” and particularly the grandiose notion that one is uniquely clever enough to cheat at that game better than the others—these themes in Turkish self-expression are deeply seated elements of a culture formed over successive generations. They didn’t arise over the last decade.
I’m not sure when it was that Basak started coming and going from Turkey, but the exact same experiences she describes were endemic 12 years ago when I first set up residence here. They can’t easily be placed at the feet of RTE and his sect, any more than they can be attributed to his doppelganger Evren and the depoliticization projects of the 1980’s. Those two tyrants and many others like them have been both the products of and contributors to the soup that is life in Turkey. Like Iskembe, it tastes like shit, but it’s an acquired taste that finds us coming back for more at times, and at other times asking ourselves…why?
I agree that we should be more polite and less stressful. This is just like a bad habit: we are making life harder for ourselves and others around us. Doesn’t make much sense. We love debates and fighting so much, many times we forget the subject at hand. We should be more constructive. And much more logical.
And our moral values are weak: like many people think of honesty as being foolish ( you refer that as “game”) . I can not imagine something more destructive. Honesty, trust and respect must be strongly emphasized , underlined, you name it.. For us to sustain and develop, as a nation. Without those foundations, nothing lives much (law of nature).
If we straighten some basics I think Turkey will be a much better place to live. Let’s hope that happens. Thanks for your post.
Yazınız seküler olmaya çalışan tipik beyaz türk saçmalamaları. “Mezopotamya’yı “Allah Allah Allah” feryatlarıyla fetheden barbar fatihler gibi,”
Pardon sizin dedeniz Türk değil miydi Başak Hanım? Ortadoğuda sık sık görülen, sömürge sevicisi aşağılık kompleksli zihniyet sizde mevcut. Özendiğiniz toplumların geçmişini araştırın da barbarlık görün Başak Hanım.
Arkadaşım zaten aradaki fark, batı toplumlarının bu “barbarlıklarını” geride bırakmış olmaları. Aç bakalım ana haber bültenini bu akşam; iddiaya girerim, kadın cinayeti ve sokak kavgası olacaktır.
Siz abd de ingilterede fransa da olmuyor sanıyorsunuz her halde 4 yıl ingilterede yaşadım neler oluyor neler hiçbiri dış basına yansımıyor.
Aynen katılıyorum. Gidin İtalyaya, Fransaya, Hatta İngiltereye dışa intikal etmiyen yaşamların dik alasını yaşarsınız.
Can Bey,
Aynen katiliyorum! Sanki sadece Turkiye’de oluyor bu olaylar. hahahahaha. Dogru olan yerleri var ama sadece Turk insani icin gecerli degil bu. Ben bu yazinin yazarini anlayamiyorum.
Elinize sağlık çok güzel bir yazı.
Shes not exaggerating at all, I think this is a very fair assessment of the state of play in Istanbul. People in Istanbul tend to be quite rude.
Çok çocukça bir yazı. Çok da sığ. Hiç kimseye, hiç bir faydası olmayan bir yaklaşım. Üretmek ve yapmaktan aciz, şikayet ve kotuleme dolu. Emin olun alginiz, bakış açınız değişmedikçe, uzaktan bu tip yazılarla ahkam keserek ve kibriniz var olduğu sürece, o “cahil ve ilkel turkler” ve tüm bahsettiğiniz sorunlar hep devam edecek. Çünkü siz değişmedikçe, hiçbirşey değişmeyecek. Çünkü, bahsettiğiniz herşeyin ta kendisisiniz. Eğer olmasaydiniz, tüm bunların hiçbirini görmez, farketmezdiniz. Hem artık bu tip “şu yazımı okusunlar da adam olsunlar” tavrı ve beklentisinden ne zaman vazgececeksinuz. Turkish yazarlar bunu yıllardır köşelerinde yapıyor ama hiç bir ise yaramıyor.
Tamamen katiliyorum. Cok yazik ki aslinda “biz ne yapmaliyiz” seklinde tartisan yazilarla suslenebilecekken koseler, “tu kaka” basligi altinda derleneniyorlar. Sadece sikayet eden, kabahtali arayan ama hicbir zaman cozum uretmeyen… Fikir uretmek, cozum uretmek gerek arkadaslar. Eminim bu sayfayi okuyanlarin hepsi iyi egitimli, ogretimli, akilli ve sagduyulu kimseler. Haydi simdi “bundan sonra biz ne yapabiliriz”e odaklanalim.
Bende oyle dusunmustum, bu tur konular her ulkede oluyor ama bizim belli bir cevremiz bu konulari buyuterek belli cevreleri kucultup kendilerini ustun cikarmaya calisiyorlar..
Yazı zaten sorunlu başlıyor: “Londra uçağına binmeden havaalanındaki CIP Lounge’a girdiğimde”, bize sınıf atlamış, zengin ve “okumuş” birinden, biraz sonra birileri ve birseylere feci bi fırça geleceğinin habercisi gibi.
Noldu rahatsız mı oldun? Bak yazıda seni anlatıyor zaten. Çekememezlik, kendisinden fazla şeye sahip olana bok atma gibi şeyler yazıyor. Belki ders çıkarmalısındır…
Sırf Allah Allah bolumune yapılan yorumlardan dönüp tekrar okudum o bölümü.. Ben mi anlamadım Türklüğe, Ortadoğu’ya hakaret aşağılanma içeren kara mizah cümlelerini diye de içlendim… Yok neyseki çullanan insan teşbihinde Allah ve Mezepotamya falan geçiyor diye gaza gelmişler yanlış anlamışlar diye rahatladım sonrasında…
Elinize sağlık güzel olmuş… eee do you want to live in Turkey?
Turk milletini en iyi anlatan fikra, baska birseye gerek yok:
Seytan, bas zebanisiyle beraber cehennemi dolasiyormus. Milletlere gore ayrilmis butun kazanlari teker teker gezmisler. Her kazanin basinda catalli bir zebani var, kazandan cikmaya calisanlari cataliyla geri itiyor. Amerikalilar’in, Ingilizler’in vs kazanlarini gecmisler… Hepsi ayni. Turkler’in bulundugu kazana gelmisler. Zebani yok! Turkler, ortada bir kazanda tek baslarina kayniyorlar. “Neden?” diye sormus Seytan, “bu kazana zebani atamadiniz?” Bas zebani cevap vermis: “Cunku, efendim, Turkler, aralarindan birisi disari cikmaya kalkistigi zaman hemen bacagindan tutup geri cekiyorlar zaten.”
Bu kulturlesmis kiskanclik/cekemezlik duygusu (adini simdi hatirlayamadigim bir koseyazari, Turkler’i sozunde kolektivist, ozunde dunyanin en bencil insanlari olarak tanimlamisti), kanimca Turk milletinin en buyuk ozelliklerindendir — okuzlugun prim yapmasi, kendinden olmayani tehdit olarak algilama, zorla guzellik, tehdit, goz dagi, kaba kuvvetle adam etmeye calisma, mahalle baskisi, kabile kulturu, dusunce ve ifade ozgurlugune saygi gostermeme, patolojik bir erkeklik anlayisi, homofobi, vs gibi diger ozellikleriyle beraber (ki bunlar da birbirlerinden bagimsiz degiller farkettiyseniz). Sonuc esitligi arayan ahlak anlayislarinin, herkesi en dusuk ortak paydada bulusturmaya calisan “ahlak” anlayislarinin, kafayi biraz yukariya uzatmis birisini gordukleri zaman hemen asagiya cekerek ahlaki bir dogru yerine getiriyormus gibi hissetmelerinin, baskalarinin kendilerininkinden iyi gozuken herseyini kotu sebeplere dayandirarak degersizlestirmeye calismalarinin nedeni budur. Askerlik hizmeti kisaltildigi zaman daha uzun sure askerlik yapmis olanlarin kendilerine haksizlik yapildigini hissetmelerinin nedeni budur. 90’li yillarda AIDS’li hastalarin sinema koluklarina viruslu igne koyarak herkesi AIDS’li yapmaya calismalarinin nedeni budur.
Ingilizce’de “balik suda oldugunun farkinda degildir (fish don’t know they are in water)” diye bir deyis vardir. Baska ulkeleri gordukten sonra Turkler’in ne bok bir insan grubu oldugunu anlayanlarin elestirilerini bir saniye bile dusunmeden vatan haini, kompleksli, ozenti, bati usagi, nankor diye camur atarak asagiya cekmeye calismanizin, sucsuzlugun kanitlanana kadar suclusun muamelesine tabi tutmanizin nedeni budur.
Ataturk’le baslayan Turkler’e kendilerine guven kazandirma ulusal politikasi cok yanlis yerlere geldi son yillarda. Gotu kalkikligi, kibiri, saygisizlik yapip yanina kalabilmesini kendine guven olarak algilayan, sadece ego masaji kabul eden, elestiri kabul etmeyen bir millet ortaya cikti. Tayyip’in secim basarisinin sebebi ekonomik buyume veya altyapi projeleri degildir. Turkler’in got kalkmasi arzularina cevap vermesidir.
Turkler’i buyuk sayilarda gormus olan butun yabanci milletlerin Turkler’den nefret etmesinin nedeni acaba Turkler’le alakali olabilir mi? Yoksa teker teker hepsinin Turkler’den neden nefret ettiklerini kendi boktanliklariyla aciklayan kulplar mi arayacaksiniz (bize vatan haini, kompleksli, ozenti, nankor, vs dediginiz gibi)? Acaba sorunun Turkler’le alakali olma olasiligi var midir sizce?
Damdan girip kapıdan çıkan ortasında ördeklerden de bahseden bir yazı olmuş. Yazar kendini ifade etmekten ziyade sağdan soldan kırpıntı yaptığı alıntılrla bakın bunları okudum demeyi de gözümüze sokmayı ihmal etmemiş… Yazar dedim kusura bakmayın ilk okul kompozisyonu kıvamında… Analiz demek mümkün olmadığı için savunulun fkirlere hiç zahmet etmek istemiyorum… Zamanıma yazık ettim 🙂
Evet aynen katiliyorum. Kime neyi ispat etmeye calisiyor onu okudum bunu okudum gibi manalar koyarak anlamis degilim.
Buradaki olumsuz yorumlar bile yazinin ne kadar dogru tespitler yaptigini kanitlar gibi.
2006’da artik canima tak edip yurtdisina gocmus biri olarak yazida yazilan herseye katiliyorum. Ilk senelerde dogma buyume istanbullu olarak Istanbul’dan ayrilirken uzuluyordum. Ben pek degismedim, ama Istanbul ve Turkiye oyle hizla kotuye gitti ki, artik Ataturk Havaalani vardiktan 45 dakika sonra ucaga geri binip gidesim geliyor.
Insanin evi dogdugu yer degil, basi dik yurudugu yerdir demis Amin Maalouf. Yozlasmanin, yobazligin, egitimsizligin, kotu yetistirilmenin artik anayurdu olan bir yerde ne ben ne de 6 yasindaki cocugum basi dik yuruyebiliriz…
Fazla abartılmış.. Roma da karsıdan karsıya gecerken yasadıgım korkuyu sanırım İstanbul da hiç yaşamadım. Almanya Munich havaalanında yanlış para verdiğim için gördüğüm muameleyi de İstanbulda görmedim. İngiltere de barda ingiliz kızının ukala tavırları ile siz yabancılar deyişini de İstanbul da yaşamadım. NY u bilemicem ama ülkeyi bu hale getirmeye gerek yok. sonra da ahh rakı balık, boğazda çal patlasın vur oynasın demesinler ama!!!
Hâlâ bu yazılara kızan ya da direkt başlıktan ve ilk cümleden kızmaya hazır okuyan bireyler tarafından gittikçe yaşanmaz hale getirilen bir ülkede; nefes alan ‘düşünen’ bireylerin durumunu özetlemiş, mutlaka hatası, eksiği, fazlası, abartısı, daha sert olunması gereken yerlerde nazik yumuşaklığı olan bir yazı, bir özlem, hisler bütünü.
Arkadaş derdini anlatmış, çoğunlukla da haklı; hayatı boyunca sadece oturduğu evin penceresinden dışarıyı izleyen bireyler de sövmüş saymış. Yazık.
Ben 14 senedir Amerika’da yasiyorum ve yaziyi yazanin soyledikleri bana Amerikalilari o kadar cok animsatti ki anlatamam size!
Yazar Turkiye de kendini rahatsiz eden seyleri yazmis. Ilk bakista ok ne var bunda herkes herseyi yazabilir. Fakat iki buyuk hata yapmis yazi da: Kullanilan dil ve annlattigi sorunlari cok buyuk gormesi.
Kullanilan dil acikcasi tam bir itici beyaz tiki turkcesi. “CIP salonunda” “fetheden barbar”… Bu dil de bir de oriyentalist bakis acisiyla birlesince (“iyy geri islam” ses tonu), antipatiklikte zirve yapmis. Bu dille en dogru bilimsel gercekligi bile anlatsan kimseye dinlemez, dinlemek istemez. Sana benzeyen cok cok az sayida insan disinda.
Anlattigi sorunlar ise can sikici ama dunyanin sonunu goturen, “iyy Turkiye” dedirtcek seyler degil. Bi cok farkli yerlerde yasadim, ayni bakis acisiyila bakarsak “iyy Amerikalilar cok yuzeysel”, “iyy Fransizlar tembel ve kaba”, “iyy Cinliler cok soguk ve icten pazarlikli” gibi klasik etiketliyici stereotypelarla dunyayi tanimlayip, uzayda ulke arayabiliriz. Ama hepimizin bu ulkelerdeki hayatinda cok daha fazla arti vardir ki, Turkiye ye de biraz onyargili bakarak dier ulkelerden bol bol arti oldugunu dusunuyorum. Gun sonunda evinizde veya disarda arkadaslarinizla otururken bu tarz stereoypelarla arkadaslik etmiyorsunuz. Bogaza karsi guzel guzel muabbet ediyoruz.(dier Turk sehirleri siz de guzelsiniz)
Neyse kisacasi Basak Miller hayattan ne bekliyor pek anlamis degilim, fakat Turkiye’de tabii ki Amerikan dizilerinin gercege donusmus halini bulamayacak. Sikayetci olabilir, ama bu sikayetleri abartarak extra-ayrimci bir ses tonu kullanirsa yalniza villa partilerinde huzur bulabilir cografyadan bagimsiz olarak.
Madem beğenmiyorsun ülkenin birçok kapısı var birinden çıkıp gidebilirsin.
Tamamiyle yazılanlara katılıyorum. Avrupa’da yaşayan biriyim. Buraya gelme nedenin de artık Türkiye’deki geleceğimin güvenliğinden şüphe duymamdı. Verilen örnekteki gibi en basit şeylerden biri olan sıraya girmeyi bilmemek, hep itiş kakış içinde yaşamak, iş hayatında adil fırsatların olmaması, bir kadın olarak sokağa çıktığımda başıma ne gibi kötü şeylerin geleceğini bilmemem, insanların ideolojik kutuplaşması ve daha birçok etken kararımda etkili oldu. Şu anda yaşadığım yer evim. Burada yabancı dahi olsam kendimi yasalar tarafından korunmuş ve güvenli hissediyorum. İnsanlar kibar. Asansöre bindiklerinde dahi size selam verirler. Bu o kadar önemli ki, olumlu enerji ile doluyorsunuz. Yurt dışını hiç görmemiş ve orada şartları bilmeyen insanlar yazilanlari anlamayabilir. Huzur insan hayatı için çok önemli. Türkiye de şu anda kim huzur var derse yalan olur.
Son derece sig, hizli genelleme ve kibirle dolu bir yazi .
Bazı arkadaşlar, “madem öyle neden savaşmıyorsun, neden düzeltmek için uğraşmıyorsun? işte demek ki sen de o tembel kitledensin” demiş… şunu bilin ki, insan bazen savaşmaktan da yorulur… ve sadece yaşamak, olduğu gibi yaşamak ister. hele de bir kadın ise… başak hanımı çok iyi anlıyorum, havaalanında üzerimdeki koruma kalkanımı çıkardım, omuzlarım düştü ve rahatladım derken. herkesin rahat bir nefes alabileceği yere gitmeye hakkı var…
Cok dogru tespitler olan bir yazi,yazim sekli basit ve bircok defa konudan konuya atlanmis ama elestirilmesi geren kisim bu degil ,okunmasi gereken kisim Turkiyedeki problemlerin coklugu.Bende 15 yil once Turkiyenin daha guzel gunlerinde egitim icin yurt disina geldim, o zamanlar Turkiyeye karsi bir nefretim yoktu ,bu kadar bozulmamisti ,daha ozgurduk, mutluyduk, insanlrmiz daha egitimliydi ,daha insandi ilk 5 yil evimi ailemi ozleyip yilda 3 defa geliyordum ,her gecen yil daha da katlanilmaz oldu ,5 yil once hem ailemi daha rahat bir sekilde gorebilmek,cocuklarim ve ingiliz olan esimin turkiyeyi sevmeleri,turk orf ve adetlerini ogrenmeleri ve turk arkadas edinmelri icin yazlik alma gafletinde bulundum,icin son 5 yildir sadece yazlari geliyorum Istanbulu ozlemiyorum,turkiyeyi ozlemiyorum,hatta su anda nefret ediyorum ,komsuluk yok,insanlik yok, onunde bahcesi ve terasi olan evlerde yasiyoruz fakat komsularim giris kapisinda evimin arkasinda oturup gecip gidene bakmayi ,8-10 kisi gece yarisina kadar ortak caddede oturup sigara icki dedikodu yapip, bizim evimizi duman altina cevirmeyi tercih ediyorlar.evde hasta cocugum var ozel alaninizi kullanin ,lutfen bizi rahatsiz etmeyin uyarisina burasi turkiye burasi boyle begenmeyen ceker gider yaniti aliyorum.ertesi gun aylinca bana gelip ozur dilerler annem yaisnda insnalr derken kapimin onunde tehdir ediyorum ve hayatimda ilk defa kendimi emniyet mudurlugunde buluyorum havuzda yuzmek yerine hasta cocugumla polis istasyonunda suc duyrunda bulunuyorum.
son 10 yildir Turkiyenin gelecgi icin uykularimi kaybettim ,ben ingiliz vatandasi olsamda Turkiye benim ulkem,sevdigm herkez orada diye dusunurken su anda Turkiyenin Tayyipi hakketigni dusunuyorum ,insanalr kendilerini Tayypbin develtinden daha iyi sanmasin ,umarim acik alanda icki ve sigara yasagi olur.yazlikalrda ahalk polisi gezer irandaki gibi iste o zaman goruruz ukalaligi.
,Turklerin en buyuk problemi kendilerini herkezden ustun hissetmeleri hemde hayatlrinda hicbir basarisi olmamasina ragmen.nobel odullu bir profesorle tanisma sansim olmustu inanin benim komsumdan cok daha alcak gonullydu cunku gercek basari insanlik ve alcakgonullukle gelir
Benim komsularim egitimsiz ,cocuklari yaninda icki sigara ictigi icin kendini modern anne zanneden, asiri kilolu ,ukala ,tum gun sahilde kim daha cok yanicak diye yaris yapan, 20 saatini sigara kahve icip tanimadigi insnalr hakkinda dedikodu yapmaya ayiran 50li yalsar daki turk insanida turk olduguma utaniyorum dedirten bir tavir sergiliyor.
hergun komsulardan biri obursuyle kavga ediyor, kopek sesi,kavga sesi,yuksek muzik sesi,okay sesi ,icki sigara dumani,gece yarisi mangal,gurultu gece 2yr kadar hergun devam ediyor, 3 odali evlerde 20 kisi yasiyor,herkez herkezden rahatsiz ,ev sahipleri kiracilara saldiyor,alkolik dinciye,guvenlik kimsey soz soyliyemyor cunki adamalarada senina ayligini ben veriyorum diye saldiriyorlar.Turk milleti saldirgan, dedikoducu ve gorgusuz.
Bunlar guya Istnabulun normal egitimli aileleri,benim cocuklarim 8de yatiyorlar komsularin ayni yastaki cocuklari gece yarisina kadar ciglik cigliga sokaktalar,bazende onelrinde sokak kopegi gece yarina kadar hayvanlara iskence ediyorlar, gunduz tek baslarina tum gun havuzdalar teror estiriyorlar cunki anne baba yok, babane annene soz dinletemiyor, yazin havuza kisin okula attikalri bir nesil,
Cocuklar ailelerindende terbiyesiz ,hepsinin anne babasi isteyken, gurcistandan yada koyden getirilmis ‘kadin’ diye tabir ettikleri,
temizliklerinden cocuk bakimina kadar herseyden meshul olan gunde 20 saat calistirilan egtimsiz ,cahil turkce bile konusamayan zavalli kadinlar tarafindan televizyon onunde buyutulmus ,hersey alinan ,ozel okulalra yollanan ,5 para etmez simarik saygisiz cocuklar…ve onlarin dahada terbiyesiz aileleri ,
sirf yazligimda mutsuz oldugumda tatile gitmeye kalktigimda ,sahil kasabalrinda cahil kaba garsonlarin sozlu ve fiziksel tacizleri ,asiri fiyati restauranlar ,sisrilmis hesaplar ,kirli deniz (cunki insanlarmiz saygisiz,) becahlerdeki tum bu dunyayi ben yarattim edasinda yuzunde bir kilo makyayla gezen garip genclik, 5 yildizli guvenli pahali resortlerda sizi iten okuz ruslar,turklerden beter turistler ,iki yil once yaz tatildeki kucuk tatilimizdende vazgectik ,turkiyeye gelmeden ispanyaya italyata gidip tatilimiz yapip turkiyeye gelyoruz birbirimize sans dileyerek, 10 yillik Turkiyeye hayran olna Turkleri cok seven ingiliz esim bile bu yaz artik yeter Turkiyeye artik gelmek istemiyorum evide satlim bizim icin tek onemli olan sey ailen onalri ingilterey getiiriz artik demek zorunda hissetti. neden turk oldugum icin utaniyorum?Cunku bircok Turk utanc verici gidin bir bakin almanyanin haline ,ilk ucakal donersiniz?ve bu daha baslangic…Turkiyenin sonu ya Iran yada Cairo,bir gidin Cairoda seriat yok, ama sokada bir kadin yok, olanlrda carsafli,restaurantda once erkeklere yemek gelir ,ardindan ailelere iki kadin turstseniz yemek servici en son gelir tacizle birlikte.bu yaziya cani gonulden kailiyorum Turkiyemi cehenneme ceviriren Turklerdir .
Yazar kendi duygularini analiz etmis diye dusunuyorum. Yurtdisinda yasayan biri olarak kendisi ile ayni fikirde degilim. Sehir olarak Istanbul un kalabalikgi ve beraberinde getirdigi bir cok sorundan sikayetci olsam da, dunyanin en guzel sehrinden nefret etmek imkansiz diye dusunuyorum. Evet, kulturumuz farkli ve zor yonleri var. Ama guzellikleri mucadeleye deger…
Yazılacak çok şey var ama ben sadece kaleminize sağlık demek istiyorum.Sevgiler
Kendisiyle yüzleşme korkusundan olsa gerek bu saldırgan tavır
Saldırgan tavır derken yazarın değil yazara saldıranların tavrından bahsediyorum tabii
Şunu çok net söyleyebilirim ki Türk milliyetçiliği yapılacak son alan bu yazının altındaki yorum kısmıdir. Avrupa ve Amerika belki bizim insanımız kadar sıcak ve samimi olmayabilir ama yukarıdaki yazı tecrübeyle sabittir. 1.5 yıl Almanya’da yaşadım. Türklere yapılan ayrımcılık malumunuz ama bu apayrı birşey, bu yazının konusu temel insani degerlerden yoksunluksa, bizim toplumumuzda bu had safhada. Tüm içtenliğimle söyleyebilirimki hayatımda hiç bir dönemde Almanyada yasadıgım zaman dilimindeki kadar kendimi huzurlu ve güvende hissetmemiştim. İnsana deger verilmesi, insan hayatının önemi, sürekli söz ve göz tacizi altında olmamak, giyim kuşam yğzünden tecavüze davetiye çıkartan olarak nitelendirilmemek, fikirler ve düşüncelerle var olabilmek, acaba yarın başımıza ne gelecek kaygısıyla yaşamamak cok farklı bir duygu ve malesef bu artık Türkiyede mümkn degil, imkansız.. Gün geçmiyor ki bir olay olmasın gençler ölmesin.. Polis şiddetinin meşrulaştırıldıgı bir cehennem artık burası, hatta şiddet uygulayanın bile şiddet gördüğü tuhaf bir kaos ortamı, bolca belirsizlik ve yarın kaygısı…
this article is a dissaster!