Cumhuriyet, 7 Aralık’ta Can Dündar’ın Silivri Cezaevi’ndeki hücresinde kaleme aldığı ‘Bizim Saray’ başlıklı yazısını yayımladı.
Can Dündar, tutuklandığı 26 Kasım’dan bu yana koyu bir tecrit altında.
Yazısında, “Yalnızlığı severim. Ama buradaki, tecrit; hem de ağır bir tecrit. 24 saat hücremizde tek başımızayız. (…) Tecrit o kadar sıkı ki avukat görüşüne giderken bile, karşılaşmayalım diye önce birimizi içeri alıp sonra diğerimizi götürüyorlar” diyor.
Sonra, “Gardiyanlarımız ve avukatlarımız dışında kimseyi görmememiz isteniyor anlaşılan. Peşinen cezalandırma… Okuduğum tutsak hatıralarını geçiriyorum aklımdan: Hiçbirinde böyle ağır bir tecritten bahsedildiğini hatırlamıyorum. Belki Guantanamo’da vardır” diye devam etmiş…
Hukuk sadece ‘kılıf’
Can Dündar ve Erdem Gül, MİT kamyonlarıyla Suriye’ye gizlice taşınan silahları ifşa eden habercilikleri nedeniyle hapse atılarak cezalandırıldılar.
Hukuk, onları Silivri Cezaevi’ndeki soğuk hücrelerine götüren sürecin sadece kılıfı olarak iş görmüştür. O hukuk kılıfının içinde ise muktedirin “Atın bunları zindana” diyen çıplak iradesi vardır.
Altı ay önce zikredildiğinde tarihe geçen, “Bunun bedelini ağır ödeyecek, öyle bırakmam onu” şeklindeki cümlenin zamanımızdaki meali “Atın bunları zindana”dır.
“Öyle bırakmam onu” demesi, zindanı işaret eden bir şahsi irade beyanı olarak yeterliydi. Anlaşılmıştı. Can Dündar ve Erdem Gül’ün yaptıkları gazeteciliğe isnat edilecek suçu da ‘ajanlık, casusluk‘ diye tarif etmişti.
Şimdi Can Dündar ve Erdem Gül zindanda.
Muktedirin istediğini içine attığı soğuk bir kuyu
Yönettiği devletin kanunlarını takmayıp işine geldiği gibi uygulayan, anayasal düzenin dışına çıkmış ve bağımsızlığını tamamen ıskat ettiği yargıyı kendi iradesine tabi kılmış bir rejimin devraldığı cezaevleri ne kadar modern olurlarsa olsunlar, sadece ortaçağlardaki zindanların işlevini görebilirler.
Muktedirin istediğini içine atıp, tutabildiği kadar tuttuğu soğuk bir kuyu.
Can Dündar “Üç kadim dost refakat ediyor” diyor yazısında… Kalem, kitap ve televizyon. Ekranda sevdikleri onu savundukça coşup avunduğunu yazıyor.
Kendisinin tartışmasız haklılığını savunan sevdiklerini, dayatılmış mecburi format gereği karşılarına oturtulmuş rejim aparatçiklerinin vicdansız vasatlıklarına tahammül ederek izleyebilmek için Silivri’deki Can Dündar olmalı insan.
Silivri’deki Can Dündar, sabahları hücresine gelen gazetelerdeki dost kalemlerden çıkmış satırların yüzüne, yüreğine su serptiğini anlatıyor.
Can Dündar’ın şu satırları da dostlarının yüreğine su serpmeli:
“Umudu yitirirsen, kapana kıstırılmış bir sıçan gibi içine kapanıp orada ufalanman işten bile değil.
Hele adaletsizliğin tesellisini imanda arayanlardan değilsen.
İyi ki hayal kurmayı öğretmişsin kendine…”
Evet, yüreğimize su serpmeli çünkü bu satırlar gösteriyor ki Can Dündar bir siyasi tutsağın bilincine ve direncine sahip. Bunu çökertmek kolay değildir.
Bu bakış açısı onu Silivri’den çıkaracak
Can Dündar’ı zindana atan siyasi irade onu orada tutamayacak. Bu irade eninde sonunda zayıflayacak ya da çatlayacak ve zindanın kapıları açılacak. Bu sadece bir zaman meselesidir.
O kapıların açılacağı an gelene kadar da Can Dündar okuyacak, yazacak ve ‘havalandırma lambasından ay ışığı, floresan ıslığından yavuklu soluğu‘ yapacak.
Semada aniden peydahlanan kuş sürüsüyle kanat çırpıp ayazı, kokuyu ve tecridi unutacak. Üşüdüğünde haklılığıyla ısınacak.
Yatacak yeri olmayanlara nispet, yattığı yer için “Asıl saray burası işte…” demiş Can Dündar. Hayata bambaşka bir açıdan bakıyor.
Bu bakış açısı onu Silivri’den çıkaracak.
Kadri Gürsel
You must log in to post a comment.