Home » Featured » Yorum: Aziz Sancar ve Türkiye’de Bilim

Yorum: Aziz Sancar ve Türkiye’de Bilim

erdogan-dan-nobel-odullu-turk-bilim-adami-aziz-sancar-a-tebrik-telefonu-1444283432US News ve Times Higher Education tarafından düzenlenen ve bütün dünyadaki üniversiteleri kapsayan küresel sıralamalarla ilgili, Türkiye’deki yüksek öğretimi ilgilendiren bir yazı yazmayı planlıyordum ki, bu sabah uyandığımda daha önemli bir haber aldım. Değerli bir büyüğümüz ve meslektaşımız olan, DNA hasarı ve tamiri üzerinde 20 yılı aşkın bir süredir çalışan Türkiyeli bilim insanı Prof. Dr. Aziz Sancar, Nobel Kimya Ödülü’nü aldı. Hocamızı yürekten kutluyorum, haberi aldığımdan beridir -Türkiye’deki saçmasapan tartışmalara rağmen- heyecanım ve mutluluğum geçmiyor.

Moleküler biyoloji ve genetik mezunu, genç bir bilim insanı olarak itiraf edeyim: Türkiyeli bilim insanları olarak hepimizin hayali idi, içimizden birinin Nobel alması. Prof. Aziz Sancar hayalimizi gerçekleştirdi. Üniversite bölümü ve meslek olarak moleküler biyoloji ve genetik tercih ederken idealist davrandık, düşük maaşı ve aç kalmayı göze aldık. Sancar’ın DNA çalışmalarıyla Nobel alması, Türkiye’de kıymeti hiç bilinmeyen genetiğin dünyada hâlâ değerli olduğunu gösteriyor.

Geçen hafta Salı günkü Moleküler Genetik dersimde öğrencilere UV (mor ötesi) ışığın yol açtığı DNA hasarını anlatmıştım. Aziz Sancar’ın uzun süredir çalışmalar yaptığı ve emek verdiği bu alan hem kanser araştırmaları açısından çok önemli, hem de biyokimya ve moleküler biyoloji alanlarının temelini oluşturan “Sentral Dogma“ ile doğrudan bağlantılı. DNA’nın kopyalanması (Replikasyon) ve DNA’dan RNA üretimi (Transkripsiyon), DNA’ya hasar veren kimyasal ya da fiziksel ajanlardan etkileniyor.

DNA’nın hasar görmesi, DNA dizilerinde kodlanan proteinlerin yapısını doğrudan belirlediği için önemli. Canlıların yapısında önemli rol oynayan ve işlevsel açıdan da çok çeşitli rollere sahip olan proteinler, UV ışınları ve diğer ajanlar yüzünden hasar gören DNA’nın tamir edilmemesi durumunda değişime uğruyor. Çoğunlukla olumsuz etki yapan bu değişiklikler, sağlıklı hücrenin bölünmesindeki kontrol noktalarına zarar vererek kanser hücresine dönüşmesine yol açabiliyor.

DNA’nın tamir edilmesinin çok çeşitli ve karmaşık mekanizmaları var. Tek zincirli DNA hasarında, çift zincirli DNA hasarında, belli DNA bazlarının veya bölgelerinin hasarında farklı tamir enzimleri rol oynuyor. DNA hasarının tamir edilmemesi durumunda oluşan DNA değişikliklerine “mutasyon“ deniyor. Mutasyonlar, üreme hücrelerinde olması durumunda yeni nesillere aktarılıyor.

* * *

Nobel Ödülü alan Aziz Sancar’ın başarısı, yıllar süren emeğe ve sabırlı çalışmaya dayanıyor. Bu konuda bir kıyaslama yaparsak, Nobel Edebiyat Ödülü sahibi yazarımız Orhan Pamuk’un ismini bütün Türkiye biliyorken, neden Aziz Sancar’ı sadece meslektaşları olarak bizler tanıyorduk? Nedenleri üzerine kafa yoralım, ben de kendi kişisel serüvenimden bahsedeyim.

Moleküler biyoloji ve genetik okumak, İzmir Fen Lisesi’ne girmeden öncesine dayanan 7-8 yıllık hayalimdi. 1990’lı yıllarda İnsan Genom Projesi hâlâ devam ediyordu, birçok ülkeden farklı bilim insanları bu çalışmaya katıldı ve insanın DNA dizisini sekansladılar, DNA’larımızı oluşturan baz dizilimini öğrendiler. Medyada “Hayatın şifresi çözüldü“ gibi anlamsız ve sansasyonel haberlere konu olan bu çalışma, moleküler biyoloji ve genetik alanında bütün her şeyin bulunduğu anlamına gelmiyordu elbette. Yapılması gereken çok iş vardı, bilimsel üretim sürekli ilerliyordu, yeni bilgilere sahip oluyorduk.

Türkiye’de bu alanda az sayıda bölüm vardı; fakat iş olanakları yoktu, araştırma olanakları kısıtlı idi. Yurtdışına bilimsel staj ve lisansüstü çalışma amacıyla gitmek, bizim alanda çalışan nerdeyse herkesin hayallerini süslüyordu. Ben de İsrail ve ABD’de staj yaparak, hem laboratuvar deneyimi kazandım, hem de master-doktora başvurularım için güzel referanslar kazandım. Çok yoğun bir çalışma sonrasında, çok sayıda sınava girerek, çok sayıda okula başvuru yaparak, bu başvurular için kendi cebimden önemli miktarda para harcayarak, sonunda ABD’ye doktoraya geldim ve şu anda doktoraya devam ediyorum.

Tez danışman hocam Paula Grabowski, doktorasını Tom Cech’in laboratuvarında yapmış. RNA üzerine çalışan Tom Cech 1989 Nobel Kimya Ödülü’nü almış. Hocamın doktora sonrası araştırmadaki danışmanı Phillip Sharp ise, 1993 Nobel Tıp/Fizyoloji Ödülü’nü almış. Benim hocam, “ribozyme“ ve “splicing“ sözcüklerinin ilk kez bulunduğu, yani bu terimlerin ilk kez icat edilerek literatüre kazandırıldığı laboratuvar toplantılarında bizzat orada olduğunu anlatmıştı. Bilim dünyasına önemli katkılar yapılırken, insanlığa mal olacak yeni bilgi üretilirken orada bulunmak çok heyecan verici.

Bilim maalesef her zaman doğrusal olarak ilerlemeyebilir, her zaman başarıyla sonuçlanmayabilir. Bilim insanları olarak bizler toplumun gözünün önünde değiliz. Başarılı olan az sayıda bilim insanı adını duyurabiliyor. Yaptığımız çalışmalar piyasada para etmeyebilir, hiç maddi getirisi olmayabilir veya hemen sonuç alamayabiliriz. Bilim demek, biraz da çalışmayan deneyler demek, çöpe atılan hipotezler demek, laboratuvarda sabaha kadar emek verip hayal kırıklığına uğramak demek; ama bir yandan da hatalardan ders çıkarmak ve yanlış yaparak öğrenmeye çalışmak demek.

Kısa yoldan köşe dönmenin marifet sayıldığı, kolay para kazanmanın mübah olduğu, emek veren kesimlerin hakkını alamadığı, dolayısıyla emek vermeden kazanç sağlamanın kurnazlık sayıldığı Türkiye, bilime yıllarca emek verip karın tokluğuna üç otuz paraya çalışmayı “enayilik“ addeder. Bilim insanları olarak, halk bunun farkında olmasa da halkın yararına çalışan enayileriz. Bizi televizyonda görmezsiniz, ilginizi çekmeyiz.

Çoğu bilim insanı, çalışmalarına gölge düşmesin diye, sansasyonel açıklamalardan uzak durur. Çalışmalarıyla konuşur, medyatikliğiyle değil. Çalışmalarımıza para bulmaya uğraşırız, öğrencilerin dersine gireriz, deney yaparız, çoğu zaman kişisel dertlerimize bile vaktimiz olmaz. Doktora öğrencileri, uzun süreler boyunca, yaşıtlarından daha düşük maaşla, yüksek stresli çalışma koşullarında bilim üretmeye çalışır. Genellikle iş güvencesi yoktur, “Doçentlik“ aşamasına kadar bilim insanları hep diken üstündedir.

* * *

Aziz Sancar’ın Nobel alması üzerine Türkiye’de dönen tartışmalar, Türkiye’nin ciğerini bilen bilim insanlarını maalesef şaşırtmadı; ancak hepimiz tartışmanın bu seviyeye inmesinden dolayı çok üzgünüz. “Aziz Sancar Mardin’de doğmuş, Türk değilmiş, Kürt’müş, ana dili zaten Arapça imiş“ gibi cümlelerle Aziz Sancar’ın etnik kökeninin tartışma konusu olmasını bile son derece utanç verici, çok çiğ ve geri kalmış bir davranış olarak görüyorum.

Aziz Sancar’ın aldığı Nobel’le ilgili tartışmaları hocamla konuştum. Şunu dedi: “Success has many fathers, but failure is an orphan“. Şu anlama geliyor: “Başarının bir sürü babası vardır, başarısızlık yetimdir“. Yani başarıyı herkes sahiplenir, başarısızlık ise sahipsiz kalır. Bilimde övünülecek uluslararası başarılar kazanma konusunda kıt olan bir ülkenin, Aziz Sancar’ın üzerine “O benim! Hayır o benim!“ diye atlaması da beklenebilecek bir şey. Hele de bizzat bir bakan ağzından “Biz Müslüman ülkeyiz, konum itibariyle mucit yetiştiremeyiz, ara eleman yetiştirmeye odaklanmalıyız” diye açıklama yapılıyorsa, bilime giden yollar zaten tıkalı demektir.

Türklerin, Kürtlerin, Arapların, Türkiye’deki diğer etnik grupların Aziz Sancar’ı sahiplenmesi güzel; ama bilimsel açıdan umut verici değil. Tartışmalar maalesef Aziz Hoca’nın bilimsel çalışmalarına teğet bile geçmiyor. UV ışınlarının DNA’ya zarar vermesi insanlığı ilgilendiriyor. İnsanların etnik kökenini, mezhebini, toplumsal cinsiyet kimliğini, cinsel yönelimini merak etmek yerine, yaptığı işe odaklanırsak ilerleriz.

* * *

Aziz Sancar’ın başarısı, büyük ölçüde kendi emeklerinin sonucu olduğu kadar, kısmen de Türkiye Cumhuriyeti’nin ve laikliğin başarısıdır. “Hayatta en hakiki yol gösterici bilimdir.“ diyen Atatürk’ün kurduğu cumhuriyet, erken yıllardan itibaren bilime değer vermiştir. Laiklik, akıl ve bilimin egemen olmasını beraberinde getirir. Aziz Hoca’nın siyasi fikirlerini bilmiyorum; ancak Atatürk’ü ve Türkiye’yi sevdiğini fotoğraflarından ve kurduğu vakıftan anlayabiliyoruz. 8 çocuklu bir aileden, okuma yazma bilmeyen ebeveynlerden Nobel’e uzanan yolculuğu, hayranlık uyandıran ve takdir edilmesi gereken bir yolculuktur. Gerisi boş laftır.

Erkan Bayır, Pittsburg 

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.