Home » Featured » Yorum: Barış İsteyenlerin Gözden Kaçırdığı Gerçek

Yorum: Barış İsteyenlerin Gözden Kaçırdığı Gerçek

ERDOGAN RECEP TAYYIPLeyla Zana, Cumhurbaşkanı Erdoğan’la görüşme talebinde bulunmuş. Erdoğan’ın bu talebe olumlu cevap vermesi, kimi çevrelerde barış umudunu canlandırdı.

Umutlu olmak, bunun için mücadele etmek elbette önemli. Üstelik hepsi de çok kıymetli. Fakat bazen abartılı umut, meseleleri daha da içinden çıkılmaz hale getiriyor. Çünkü gerçeği kabul edip, ona göre hareket etmediğimiz zaman, sonuç alamıyoruz ve hayal kırıklıkları yaşıyoruz.

Gerçek şu: Ülkede birçok sorunun çözümü gibi Kürt sorununun çözümü için de yüksek bir demokrasiye ihtiyaç var. Fakat demokrasi can çekişiyor. Özgürlükler rafa kaldırılmış. Ülkeyi yönetenlerin tek gündemi başkanlık sistemi.

Başkanlık sistemi dedikleri şey tek adam yönetimi. Adeta bir rejim değişikliği gündemde. Üstelik plan tıkır tıkır işliyor. Bu planı bozacak, engelleyecek ne bir çaba var ne de bir strateji.

Hayal de şu: Ülkede nefes alacak alan bırakmayan, demokrasiyi her geçen gün biraz daha öldüren bir siyasetçinin müzakere masasına dönmesi. Buradaki zıtlığı görmeden politika belirlemek, ülke yıkılırken tek bir alana sıkışıp kalmak akıl alır gibi değil.

Kimden ne istiyoruz?

Demokrasi olmadan özerklik nasıl olacak? Özgürlük, eşitlik olmadan kimliklerin tanınması nasıl sağlanacak?

Hem Kürt siyasi hareketinin, hem de samimiyetle barış isteyen herkesin artık şapkasını önüne koyup düşünmesi gerekiyor. Biz ne yapıyoruz? Kimden ne istiyoruz? Neyin mücadelesini veriyoruz?

Medya bütünüyle susturulmuş. 17 yaşındaki çocuklar cumhurbaşkanına hakaret ettiği gerekçesiyle hakim karşısına çıkarılıyor. İktidar politikalarına aykırı söz söyleyenler linç ediliyor. “Barış istiyoruz” diyenler aşağılanıyor, işten atılıyor, ölümle tehdit ediliyor.

Tüm bunları görmezden gelip “Masayı kuralım da şu özerkliği bir konuşalım” demek akıl kârı değil.

Medyayı, yargıyı, akademisyenleri, sanatçıları, siyasetçileri dahi muhatap almayan, onların sözlerine değer vermeyen Erdoğan’dan PKK’yı yeniden muhatap almasını istemek gerçekçi bir politika değil.

Ciddi bir açmazla karşı karşıyayız. Fakat ne hikmetse bu açmazı dert etmesi gerekenlerin aklı başka yerlerde. Bu zıtlığı fark edip, karşı bir politika üretmeden “Masaya dön” demek… Demokrasi olmadan sadece bir kesim için hak ve özgürlük talep etmek…

Bunun mümkün olmadığını daha önce gördük. 2,5 yıllık barış süreci bize gösterdi ki demokrasi gerileyip otoriterlik yükselirken müzakere masasından sonuç beklemek çocukça.

Birçok aydın aylarca yazdı, söyledi: “Ülke otoriterliğe gidiyor. Buradan barış çıkmaz. Demokrasi olmadan müzakere olmaz

Fakat kimse bu uyarıları dinlemedi. Kürt siyasi hareketi de uyarıları hiçe saydı. Ülkede artan otoriterliği görmezden geldi. “Demokrasi olmadan da barış olabilirmiş, bu sorun çözülebilirmiş” gibi davrandı.

Şimdi o gereksiz, temeli olmayan hayalin, yanlış siyasetin yıkılışının ağır bedelini hep beraber ödüyoruz. Ve hâlâ aynı yanlışı sürdürmekte inat ediyorlar.

Sanıyorlar ki ülke otoriter yönetime kaysa da Kürtler demokratik haklarına kavuşabilir. Bunun mümkün olmadığını ne zaman anlayacaklar gerçekten çok merak ediyorum.

Tek adam rejimi kuruluyor diye teslim mi olalım?

Peki ne öneriyorum?

Ülke otoriterliğe kayıyor, tek adam rejimi kuruluyor diye teslim mi olalım? Özgürlükten, temel haklardan vaz mı geçelim?

Elbette hayır.

Kürt sorununun çözümü demokrasiyle olur” sözünün anlamı şu: Sadece bir kesim için değil bütün ülke için önce demokrasi, özgürlük ve haysiyetli bir yaşam mücadelesi vermemiz gerekiyor.

Bunun için Kürt siyasi hareketi, barış isteyenler, Kürt halkı… herkes artık bir karar vermeli: Kürt sorununu Türkiye ile beraber mi düşüneceğiz yoksa Türkiye’den ayrı mı düşüneceğiz? Çünkü bu ikisi çok farklı. Üstelik iki farklı yol, iki farklı yöntem gerekiyor.

Türkiye ile beraber düşünülüyorsa ülkedeki gelişmelerden bağımsız bir çözüm aramak havanda su dövmekten başka bir şey değil.

Çünkü barış isteyen akademisyen, gazeteci linç edilip, ölümle tehdit edilirken özerklik isteyen bir belediye başkanının başına gelene bakarak tavır belirleyemeyiz.

İşini, canını koruyamayan bir akademisyenden, TV sunucusundan, gazeteciden, silahla özerklik isteyenler için destek beklemek vicdansızlık olur.

Türkiye’den ayrı, bağımsızlığa varacak bir mücadele olarak görülüyorsa o zaman bunca gürültü, yakınma niye? Bu nedenle evvela bir karar vermek lazım. Meseleyi kim nasıl görüyor? Kim tam olarak ne istiyor?

Kürt meselesine yaklaşımımızda kimin sözüne, tavrına öncelik vereceğiz? PKK’nın istediği çözümle HDP’li siyasetçilerin istediği çözüm aynı mı? Veyahut Kürtlerin istediği çözüm ile PKK’nın istediği çözüm aynı mı?

Hem bunları netliğe kavuşturmayıp hem de bütün suçu toplumun diğer kesimlerinin üzerine yıkmak kolaycılığa kaçmaktan başka birşey değil.

Leyla Zana, Erdoğan’dan tam olarak ne isteyecek?

Tüm bunların üzerine kafa yormak gerekiyor. Yoksa tuhaf bir tablo ile karşı karşıya kalıyoruz.

Mesele demokratik haklarsa ülkede demokrasi olmadan Kürtler için demokrasiyi nereden bulacaksınız? İsteğiniz bağımsızlıksa, o zaman toplumu niçin kandırıyorsunuz?

Durum buyken Leyla Zana, Erdoğan’dan tam olarak ne isteyecek?

Ortada ciddi bir belirsizlik var.

Ülkede demokrasiyi öldürdün, özgürlükleri kısıtladın ama Kürtlere özerklik ver” mi diyecek?

Akademisyeni, gazeteciyi, medyayı, siyasetçileri muhatap almıyorsun ama PKK’yı muhatap al” mı diyecek?

Tek adam rejimi kurmaya çalışıyorsun ama Kürtleri bu işin dışında tut” mu diyecek?

Ya da “PKK uzun vadede bağımsızlık elde etmek için mücadelesi veriyor, bu konuda yardımcı olur musunuz?” mu diyecek?

Ne diyecek?

Doğrusu çok merak ediyorum.

Levent Gültekin

 

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.