Home » Featured » Yorum: DOĞU (Duygu Süzgeci) – BATI (Akıl Süzgeci)

Yorum: DOĞU (Duygu Süzgeci) – BATI (Akıl Süzgeci)

dogYıllar yıllar önceydi. 12 Eylül’ün ve sonrasındaki Sağ iktidarların demir yumruklarla ülkeyi yönettiği zamanlardı.

(O demir yumruk kim iktidara geldiyse pek değişmedi ama burası ayrı mesele.)

Geleneksel YÖK protestosunu organize etmek için Üniversitemizdeki bütün Sol gruplardan temsilci arkadaşlar kendi aramızda toplanmıştık.

Yürüyüşte açacağımız pankarta yazacağımız slogan için ortak karara bir türlü varamamıştık. 1,5 saatten fazla bir süre sadece pankartta yazacağımız sloganı tartışıyorduk.

Başım çatlıyordu ağrıdan.

Arkadaşlar iki gruba bölünmüştü;

1.grup “Üniversitemizde YÖK’e Hayır” pankartı açmamızın yeterli olacağını; 2.grup “Üniversimizde YOK’e ve Faşizm’e Hayır” gibi bir slogan öneriyordu.

1. grup Üniversitemizde YÖK ’e tepkili, demokrat ama Sol yelpazede olmayan insanların da ortak bir sloganla etkinliğe katılımının sağlanabileceğini; 2. grup ise bunun pasifizm olduğunu ve ülkedeki faşizme karşı tepkinin Üniversiteler’den yükselmesi gerektiğini savunuyordu.

Faşizmin, darbenin, mücadelenin tarihi ve tahlili derken uzun bir süreyi hiçbir yere varmayan bir tartışmayla harcamıştık.

İçimden, biz Solcular’ın niye doğru dürüst bir karar alamadığını ve en basit bir konuda bile karar almak için toplandığımızda daha çok bölünerek meseleleleri kavgalara, iç kutuplaşmalara getirdiğimizi düşünüyordum. Hiçbir yere varmayan ve hep daha çok bölünmeyle sonuçlanan klasik bir tartışmanın daha içindeydim.

Arka sıralarda oturan bir arkadaş iki adım öne çıktı. Eliyle tartışan arkadaşları susturdu.

Yeter artık. 2 saattir tartışıyoruz, basit bir kararı bile alamıyoruz. Yarın ki pankarta ‘Üniversite’de YOK’e ve Faşizme Hayır’ yazacağız; o kadar” dedi.

Bir anda herkes sustu. Hiçbir itiraz gelmedi.

Başımın ağrısından bitkin bir halde toplantıdan ayrılıp eve geldim.

Ertesi gün aramızda kararlaştırdığımız saatte Rektörlük binasının önünde toplanmaya başladık. Büyük bir grup oluşturunca sloganlar eşliğinde pankart açıp, yürüyüşe geçtik.

Yürüyüşün ilk dakikalarında polis saldırmış, büyük bir kargaşa çıkmıştı. Pankart müdahalenin ilk başında elimizden gitmişti.

Dün neredeyse iki saat tartıştığımız ve uğruna birbirimize girdiğimiz pankart iki dakikada elimizden gitmişti. Beni oracıkta bir gülme krizi tutmuştu. Arkadaşlar polisle dalaşıyor ben olduğum yerde öylece sınırden gülüyordum.

Üniversite döneminde ve lise yıllarında aktif siyasetin içerisindeydim. Etkinliklerine katıldığım Sol grupların toplantılarında değişmeyen bir manzara vardı: En ufak bir konuda bile tartışırken ortak bir kararda buluşmak yerine, daha da çok bölünmek. Birçok tartışmayı hep kavgayla, ateşli tartışmalarla, ilkel öfke krizleriyle bitirmek.

Yurtdışına çıktığımda hem kendimi daha yakın hissettiğim, hem de İngilizce pratik yapma imkanımın daha çok olacağını düşündüğüm için, bulunduğum ülkedeki Sol bir partinin etkinliklerine katılmaya başladım.

Parti içi tartışmaları izlemeye başladığım ik günlerde yarı şaka yarı ciddi kendi kendime şunu söylüyordum:

Bu toplantılarda kavga çıkarsa kimi destekleyeceğim; yahu adamların konuşmalarını anlamıyorum bile 🙂

Günlerce parti toplantılarında bildik kavgaların çıkmasını bekledim durdum…

Günler, haftalar, aylar geçti beklediğim kavga çıkmadı.

Kavga çıkmadığı için neredeyse bir çeşit iç huzursuzluk da başlamıştı içimde 🙂

Tartışmalarda dikkatimi çeken birşey vardı. Bir katılımcı bir konu hakkında yorum yaparken ya da öneride bulunurken ona karşı çıkan başka bir katılımcıyı dinliyor; söylediklerini karşılıklı değerlendiriyorlar, görüşlerini yenilemek ya da değiştirmek gerekirse “Pardon, bu noktayı bilmiyordum, ya da bu noktayı düzeltiyorum” diyordu.

Bu, pek alışık olmadığım bir durumdu ve gözüme çarpıyordu.

Düşünceleri değiştirmek ya da yeniden gözden geçirmek asla o şahısta bir komplekse, kırılmaya ya da hırçınlığa yol açmıyordu.

Asıl üzerinde durmam gereken noktanın bu olması gerektiğine karar verdim.

Sadece partide değil, yaşamın içerisinde gördüğüm sıradan halk tipi insanlarda da farklı fikirlere ve değerlendirmelere verdikleri tepki çok benzerdi.

İnsanlarla bir konuda tartışmaya başladığınızda, bilmedikleri bir hususta açık açık “Bu konuyu bilmiyordum” diyorlar; eksik ya da yanlış bildikleri bir konuda ise “Bunu böyle bilmiyordum”, ya da “Bunu böyle düşünmemiştim.” diyerek karşılıklı dalaşmaya hele hele bizde her kesimde görüldüğü gibi ilkel öfke krizlerine dayalı restleşmeye getirmiyorlardı.

Çok basit ya da sıradan görünen bun nokta aslında çok belirleyici bir ayrım noktası…

Bizde her kesimden insanların dahil olduğu tartışmalara bakın. Birşey dikkatinizi çeker:

Bir meseleyi açığa çıkartmak için tartışmak değil, haklı çıkmak için tartışmak.

Tartışmalar genelde kırıcı üslupla, ve tribün amigoluğu atmosferinde geçer. Kimse kimseye birşey öğretemez. Kimse kimseden birşey de öğrenmez. Herkes dayatmaçıdır. En ufak bir karşı görüş, sınır komalarına yol açar.

Peki niye böyle?

Batı’da bir insanla tartışırken yanlış ya da eksik olduğu bir noktayı kolay kabul ettiriyorken bizde niye hezeyanlar yaşanıyor?

Doğruyu bulma adına yapılan tartışmalar niye hep haklı çıkma muharebeleri ile bitiyor?

Cevaba geçmeden önce şunu belirtmek isterim. Doğu – Batı konusunda yazdığım yazılara genelde itiraz edenler “genelleme” yaptığımı söylüyor. Evet, bazı şeyleri anlatabilmek için genelleme yapmak gerekiyor. Gene genelleme yaparak kendimce bulduğum cevaba geçeceğim.

‘Batı’ toplumlarında gözlemlediğim birşey var. Yaşanılan olaylar ve olgular genelde AKIL SÜZGECİ’nden geçiriliyor. İnsanlar yaşanılan olaylara ilk etapta duygusal tepki vermek yerine olguları analiz eden akıl süreçlerini işletiyor.

İlk değerlendirmeler genelde kompleksiz bir şekilde aklı unsurlarla ele alınıyor.

Yanlış ya da eksik olduğunu gören insan bunu kolaylıkla fark ediyor, “ezilme, yenilme, altta kalma” gibi içgüdüsel faktörlere bağlamadan durumu kabul ediyor; üstüne eksikliğini ve yanlışını kendisine gösteren insana teşekkür ediyor.

‘Doğu’ toplumlarının en büyük sorunu ise yaşanılan olayları ve olguları Akıl süzgecinden geçirmek yerine, direk DUYGU SÜZGECİ’nden geçirmek ve olaylara karşı duygusal hatta içgüdüsel tepkiler vermek.

BATI’da yaşanan bir olay genelde bireylere yansirken ilk AKIL SÜZGECİ’nden geçiyor. İnsanların olguları değerlendirirken daha yaratıcı ve rasyonel olmalarının ana sebebi bu.

DOĞU’da ise yaşanılan olaylar direk KALBE gidip, DUYGU SÜZGECİ’nden geçiyor.

Sorunlara karşı sürekli kutsallaştırdığımız ideolojik kalıplarla, rasyonelite yerine dogmatik yargılarla tepki verip; eleştirileri ilkel öfke krizleriyle karşılamamızın, tartışmaları bir noktayı aydınlatmak yerine “ne olursa olsun haklı çıkmak” bağlamında yapmamızın başka ne sebebi olabilir?

Bizlerin de olayları ve olguları duygu süzgeçleriyle değerlendirmek yerine akıl süzgeçiyle değerlendirmeye geçmemizin ilk yolu sorgulayan aklı öğrenmemiz ve öğretmemizdir.

Bireysel ve toplumsal olarak yaşadığımız kaosların, girdapların, çözümsüzlüklerin ve olayların ağırlığında boğulmamızın temelinde yatan çok masum gözükse de olayları ve olguları akıl süzgeci yerine duygu süzgecinden geçirmemiz olduğuna inanmaktayım.

Ne dersiniz?

https://suyunrengi.wordpress.com

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.