Home » Featured » Yorum: Erdoğan Ne Yapıyor, Neden Hepimiz Kaybederiz?

Yorum: Erdoğan Ne Yapıyor, Neden Hepimiz Kaybederiz?

fft99_mf1646220Öfkeli demeçler birbirini izliyor. Sokak ortasında vurulan astsubaylar, evlerinde katledilen polislerin yanında, güvenlik önlemlerinin yeniden devreye girmesiyle bölgede başlayan hareketlilik, bombalama ve askeri operasyonlar Türkiye açısından tehlikeli bir dönemi işaret ediyor. Duyduğumuz savaş tamtamlarının sesi. Karşımızdaki sorular basit, “çözüm süreci neden bitti” ve “ne olacak?” İki sorunun cevabı da bariz bir şekilde ortada duruyor.

Çözüm süreci neden bitti? Erdoğan’ın çıkarları Türkiye’nin çıkarlarına karşı

Birinci gerçek, çözüm sürecinin bitmesinin nedeni PKK’nın eylemleri veya HDP’nin siyasi tutumu değil. Çözüm süreci Erdoğan’ın çıkarlarının Türkiye’nin çıkarlarıyla çatıştığı için bitiyor.

Seçimden önce Erdoğan bir şeyi açıkça söylüyordu. “400 vekil verin bu iş huzur içerisinde çözülsün.” Erdoğan’ın yıllarca başdanışmanlığını yapan Yalçın Akdoğan da bu konuda hiç ketum davranmadı. HDP’nin barajı aşarak TBMM’ye girmesi halinde “çözüm sürecinin sona ereceğini” açıkça ifade etti. “Yandaş medya” arşivlerinde HDP’nin yüzde 10 barajını aşmasının AKP açısından çözüm sürecini bitirmek için bir motivasyon olacağına yönelik analizler duruyor.

Türkiye bu tehditlerden etkilenmedi. 7 Haziran tarihinde yapılan seçimlerde HDP yüzde 13 oranında bir oy alarak 80 milletvekili ile parlamentoda temsil kabiliyeti buldu. AKP 258 milletvekili ile TBMM’de temsil edilirken artık tek başına iktidar kuracak çoğunluğu kaybetmişti.

AKP’nin üç büyük sorunu: Yoğurt, Bilal ve Koltuk

Bu dakikadan sonra AKP açısından üç büyük sorun ortaya çıktı.

Bir, varoluş meselesi. Her yiğidin bir yoğurt yeme tarzı var. Erdoğan yoğurdu başından aşağı boca ediyor, kimseye zırnık vermediği gibi el oğlunun yoğurduna da musallat oluyor. 13 yıldır Türkiye’yi tek başına yöneten AKP ve AKP’yi de tek başına yöneten Erdoğan’ın istişare içerisinde devlet yönetme tecrübesi yok. Bu zamana kadar son derece otoriter bir şekilde devleti yöneten, ortak akıl, katılımcılık gibi çoğulcu yönetim mekanizmalarını dışlayan, hatta hukuku bile kendisine “vesayet” olarak gören bir anlayış için koalisyon kurarak yeni bir yönetim üslubu geliştirmek hem zor hem de hiç çekici değil.

1*qaOfSMd8-2oSMZSxbDrBDwİki, yaşama içgüdüsü. Herkes kendi çocuğunu sever, Erdoğan da Bilal’i sever. Fakat AKP normal bir demokratik ülkede faaliyet gösteren normal bir siyasi parti değil. 7 Haziran öncesinde ortaya çıkan yolsuzluk soruşturmalarını kapatmak için elindeki tüm iktidar gücünü kullanan, bu arada Yargı ve Emniyet camiasını paçavra gibi bir kenara atan bir parti var karşımızda. Tayyip Erdoğan ve çevresi yolsuzluk soruşturması, anayasayı çiğnemek, uluslararası terör örgütlerine yardım etmek gibi ciddi suçlamalar ile karşı karşıya. Bir koalisyon hükümetinin kurulması TBMM’nin açık olması anlamına geliyor. TBMM’nin açık olması ise bu iddiaların soruşturulması ve hatta yargılanması demek. Bu durumun Erdoğan için yaratacağı sonuçlar bariz. 7 Haziran’dan önce açılan soruşturma komisyonunda AKP milletvekilleri mutlak çoğunluğa sahipti. Bugün kurulacak bir komisyonda ise diğer partiler çoğunluğa sahip olacak. Böyle bir durumda örneğin Rıza Sarraf’ın Cumhuriyet’e açıklama yapan kuryesinin veya Zafer Çağlayan gibi belli isimlerin komisyona tekrar çağırılması, sorgulanması, artık iktidar gücüne sahip olmayan Erdoğan açısından da önemli bir riski işaret ediyor. 14 telefon konuşmasında sıfırlamayı anlatamadığı Bilal Erdoğan’ın böyle bir komisyonda nasıl bir performans sergileyeceğini ise Allah biliyor. Öyle ya, “benim ne param olacak ki babacım hepsi senin!” Erdoğan’ın kabusu belli. Artık “konuşabilecek” olanları “suskun tutacak” bazı imkan ve kabiliyetlerden yoksun ve böyle bir riski almaya hazır değil.

Üçüncüsü, domino etkisi. Koltuk kıymetli bir şeydir. Keyfiyete dayanan, otoriter bir rejim kurmanın kuralları bellidir. Memleketi orman kanunuyla yönetecekseniz aslan olmak zorundasınız. Güçsüz aslanların başına ne geldiğini de Discovery Channel’dan izliyoruz. Güç ilişkilerinde ufak bir değişiklik, sistem içerisinde yer alan ve konuşabilme şansı olan kişilerin ortaya çıkmasına, bazı bilgilerin saçılmasına veya yeni ittifaklar kurulmasına neden olabilir. Güce karşı boyun eğenler, güç dengesinin değişmesiyle de pozisyon değiştirirler. Bir koalisyon hükümeti kurulması, koalisyonu yöneten diğer partilerin de belli bir güç ve imkan kabiliyetine sahip olmasına neden olur. Dolayısıyla Erdoğan için 3 açıdan tehdit oluşturur.

  • Koalisyon ortağı olan parti kendi bakanlığında geçmiş dönemde yapılan iş ve işlemleri araştırarak belli usulsüzlükler bulabilir.
  • Bazı usulsüzlükler artık Erdoğan’ın baskısını daha az hisseden ve farklı güç odaklarıyla ittifak kurabilecek organlar tarafından yayınlanabilir ya da bildirilebilir.
  • Erdoğan’ın kendi sistemini finanse etme, kendi oyuncularına da belli imkanlar verme imkanı azalır. Yani artık kimse “Süleyman gönder 2 milyon” diyemeyeceği için, Erdoğan’a o kadar da bağlı olmaz veya o kadar bağlı hareket edemez. Sonuçta sistem çöker.

Bu gerçekler bizi tek bir sonuca götürüyor. Erdoğan’ın mutlak iktidardan vazgeçme kabiliyeti yoktur. Mutlak iktidarda oluşabilecek herhangi bir azalma, Erdoğan ve sistemini etkisiz, güçsüz ve yalıtılmış bir hale sokar. Etkisiz, güçsüz ve yalıtılmış bir Erdoğan da kendi sistemini koruyamaz, kendi sistemine dahil olan oyuncularla yakınları da hesap vermek zorunda kalır.

Erdoğan’ın cendereden çıkış yolu: Savaşlı tekrar seçim

Böyle bir varlık ve yokluk mücadelesi veren Erdoğan açısından en elverişli stratejinin erken seçime giderek şansını tekrar denemek olduğu gözüküyor. Yapılan hesaplamalara göre AKP’nin 276 bulmasının iki yolu var. Birincisi HDP’ye veya MHP’ye oy veren her 5 seçmenden birini AKP’ye oy vermeye tekrar ikna etmek. Erdoğan’ın hem HDP hem de MHP’ye oy verebilecek seçmenden oy alma şansı yok. Eğer MHP’den oy almak istiyorsa HDP’ye oy verebilecek seçmenden vazgeçmek, HDP’den oy alacaksa da MHP’ye oy veren seçmene arkasını dönmek zorunda. Yapılan hesaplama basit, Erdoğan, kitlesinin zaten doğal olarak ittifak halinde olduğu ve büyük oranda oy kaybettiği MHP’ye yöneliyor. Bu kesimden oy almak için de dilini ayarlıyor. Amacı MHP’ye oy veren her 5 seçmenden birinin oyunu alarak tekrar mutlak iktidarını kurmak ve daha sonra “büyük hesaplaşma”ya başlamak.

Ancak sade bir “tekrar seçim” de işi kurtarmıyor. MHP’ye oy veren her 5 seçmenden biri 7 Haziran’dan 5 ay sonra AKP’ye niye oy versin? Seçim koşullarını da değiştirmek lazım. İşi garanti altına almak gerekiyor. Eğer HDP barajı geçemezse AKP 330’a yakın milletvekili çıkartma imkanına sahip. Yani AKP mutlak iktidarını ancak HDP’nin kapatılması veya seçime girememesi halinde tekrar kurabilecek.

Erdoğan da bu yolu seçiyor. Menünün yeni elemanı “savaşlı tekrar seçim.” Bir yandan çözüm sürecinden vazgeçip, MHP tabanının gönül tellerini okşayacak bir üslup benimserken diğer taraftan da HDP’ye hücumunu arttırıp, onu siyaset dışına itmeye çalışıyor.

1*iOYv736y82SNvkIQ15WRMQErdoğan’ın büyük çaresizliği. Bu oyun tutmaz

Erdoğan’ın büyük çaresizliği, artık bu oyun tutmaz. Yaktıkları ateş her ne kadar sandıklarından büyük olsa da, Erdoğan’ın kazanma şansı yok.

Karşımızda basit ve yalın gerçekler var. Birincisi, HDP artık bir bölge partisi değil, Türkiye partisi.

YSK’nın açıkladığı sandık bazlı seçim sonuçlarına göre 50’nin üzerinde seçmenin oy kullandığı tam 10 bin 413 sandıkta HDP yüzde 70’in üzerinde oy aldı. Geçerli oyların yüzde yüzünü aldığı sandık sayısı 278 (AKP’nin geçerli oyların yüzde yüzünü aldığı sandık sayısı 29) bu sandıkların tamamı bölgede bulunuyor. HDP 44 ilde yüzde 5 ve altında oy alırken, 3 büyük şehirde yüzde 9,99 oy ortalaması tutturdu. En çok oy alınan 20 ilde HDP’nin oy ortalaması yüzde 53,84. İlginç bir bulgu, A&G Araştırma Şirketi’nin seçimden bir kaç gün önce Türkiye çapında yaptığı bir araştırmaya göre 23 yaş altında olan ve ilk kez oy kullanan gençlerin en çok oy verdiği ikinci parti HDP. Gençlerin 23,8’i yani ilk kez oy kullanan her 4 gençten biri HDP’li. [1]

Bazı gerçeklerin altını çizelim.

  • HDP bölgede büyük bir temsil yetkisine sahip ve destek buluyor.
  • Bu destek bölgeyi de aşıyor ve Türkiye genelinde HDP’nin önemli bir tabanı bulunuyor. Örneğin Ankara, İstanbul veya İzmir’de oturan her 10 kişiden 1’i HDP’ye oy veriyor.
  • Üçüncüsü özellikle gençlik içerisinde HDP’nin önemli bir destek gördüğü gözüküyor.

Dolayısıyla AKP’nin HDP’yi kriminalize etme ve bu yolla “kırmızı kart” gösterek oyun dışına çıkartma stratejisinin işlemesi mümkün değil.

Çünkü, AKP rıza ve ikna araçlarına sahip değil. HDP ciddi, tabanı olan ve Türkiye çapında temsil yetkisine haiz bir siyasi parti. Bu parti “PKK ile mücadele” propagandasından etkilenmeyecek bir tabana sahip. HDP seçmeni olay ve olguların HDP tarafından yapılan izahatını diğer izahatlara tercih ediyor. Türkiye’yi bu “filtre” veya “gözlükle” okuyan milyonlarca insanın AKP gibi kendi kitlesi dışında hiçbir kitleyi ikna etme kredisi bulunmayan, diğer kesimlerle asgari bağlarını bile kaybetmiş bir yapı tarafından ortaya konulan argümanlara “ikna” olmayacağını tespit etme için de alim olmak gerekmiyor. Star gazetesi, AKtroller, Yeni Şafak ve yandaş medyanın yekünü 5 ay boyunca bangır bangır bağırsa da, hiçbir etkileri olmaz. Nitekim tarih de bize bunu gösteriyor. Bu yayın organları 7 Haziran’dan önce bangır bangır kara propaganda yaptı ve HDP’ye oy verecek seçmen bundan hiç etkilenmedi.

HDP’nin kapatılması bu partiye oy verenleri tekrar düşünmeye itmeyeceği gibi bu hareketi de durduramaz. Fakat meşru siyaset alanının bu derece kapanması HDP’ye oy veren kitleyi radikalleştirebilir. Eğer demokratik yollarla, meşru zeminlerde yapılan siyaset, kirli bir anlayış ve gayri meşru sebeplerle kriminalize ediliyor ve sonuçsuz bırakılıyorsa kimse kimseye “düz ovada siyaset” telkini yapamaz.

İkincisi artık AKP “baskı” araçlarına da sahip değil. Bölgede ve büyük şehirlerde kitlesel eylemler doğabilir. Gezi olaylarından devletin bu olaylarla baş etme yönteminin biber gazı atmak, su sıkmak, plastik mermi ve daha da olmazsa ateşli silahlarla saldırmak olduğunu biliyoruz. Bunun tutmayacağı veya geniş halk kesimlerini durdurmayacağı açık. Açık olan bir diğer şeyse bu sefer de Polat Alemdar ve Hülya Avşar ile görüşmenin sorunu çözmeye yetmeyeceği. Gerçi bu ikili Gezi olaylarında da çözüme herhangi bir katkı sağlamamıştı ama devlet aklının ne seviyede olduğu konusunda bayağı aydınlatıcı olmuştu. AKP’nin sorun çözme araçlarının bu seviyede olması sorunun nasıl büyüyeceğini de gösteriyor. Bu sefer sokakta hayatı boyunca bu tip toplumsal olaylarda yer almamış ve batıda yaşayan gençler olmayacak. Yıllarca OHAL şartlarında yaşamış insanlar olacak. Gezi gibi son derece örgütsüz, toplumsal olay tecrübesi olmayan bir kitleyi 1 ayda yıldıramayan devletin, bölgede ve büyük şehirlerde başlayacak bir toplumsal isyan dalgasını çözebilme kabiliyeti bulunmuyor.

Ortaya bir girdap çıkacağı muhakkak. Diyarbakır’da bir barış mitingi yapıldığını,bu mitinge polisin Gezi’deki gibi müdahale ettiğini düşünün. Yüzde 78’inin HDP’ye oy verdiği bir şehirde bu tip bir eylem temelde bütün şehirde başlayacak bir isyan dalgasını oluşturacaktır. Bu durum kontrol edilemez. Ancak bu mitingin illa Diyarbakır’da yapılması da gerekmiyor. İstanbul’da yapılacak bir miting ve polisin her zamanki türden bir müdahalesi, bütün şehirlere yayılacak toplumsal olaylara neden olabilir. AKP’nin hiç aklından çıkartmaması gereken şey ise kendisinin “yalancı çoban” pozisyonunda olduğu. Artık uluslararası toplumda AKP’nin dediklerine kimse inanmıyor. İtibarları yok. Gezi olayları, demokratik bir hükümetin toplumsal olaylarda kullanabileceği şiddetin meşru sınırı nedeniyle oluşan ayrıcalığı da ortadan kaldırdı. Yani böyle bir toplumsal olay yaşanırsa ve AKP her zamanki gibi müdahale ederse bütün dünya sokaktaki vatandaşların yanında olacaktır. Üstelik bu sefer vatandaşlar Gezicilerden ibaret değil.

Üçüncü dalga OHAL olacak. Toplumsal olaylar durmayıp daha da şiddetlendiği takdirde ilan edilmesi gündeme gelecektir. Ancak Süleyman Demirel’in çok güzel ifade ettiği gibi “Mesele askeri kışladan çıkartmak değil, mesele askeri kışlaya tekrar sokmak.” OHAL’e reaksiyon gelecektir ve bu Türkiye’nin 80 öncesinden de beter bir anarşi içerisine yuvarlanmasına neden olabilir. Kontrollü kriz doktrini bugünkü şartlarda sadece kontrolsüz ve sonunun nereye varacağı bilinmeyen bir krize neden olur.

AKP açısından bu pratik sorunların dışında da bir sorun var. Bugün PKK’nın Suriye yapılanması olan PYD uluslararası toplum açısından meşru bir ortak pozisyonunda. Gerçekten de bölgede IŞİD’e karşı mücadele edebilecek ve batının destekleyebileceği “medeni” başka hiçbir örgüt yok. PKK ile Türkiye’nin aktif bir savaş içerisine girmesi, uluslararası toplumun IŞİD ile mücadelesini de baltalayabileceği oranda dünyanın tepkisini çekecektir. Daha bugün alınan haberlerde ABD’nin bu konuda el altından uyarılarda bulunduğu ifade ediliyor. AKP’nin hareket kabiliyeti sınırlı.

AKP açısından bir başka sorun, Türkiye’nin bu kadar geniş kapsamlı bir istikrarsızlığı finanse edebilecek bir ekonomik sistemi bulunmuyor. Savaş vanalarının açılması aynı zamanda Türkiye’nin risk primini de arttırıyor. Doların yükselmesi, istikrarsızlık sinyallerinin artması, yatırımcıların durması AKP’ye ekonomik istikrar sebebiyle oy veren seçmeni de etkileyeceği için AKP dimyata pirince giderken evdeki bulgurdan da olabilir.

1*oixRXIOuWZc1Ul9cIc1ChwDördüncü konu çok daha yalın. Hesap yanlış. Çözüm sürecinin bitmesi ve savaş vanalarının açılması AKP’nin değil MHP’nin oy oranını arttırır. Bu işin “markası” MHP’dir. Türkiye’de şehit cenazelerinin gelmesi, sıcak çatışma koşullarına geri dönülmesi, milliyetçi duyguları arttıracak, bu duruma “13 yıldır PKK’ya karşı müsamaha gösteren hatta ortaklık yapan AKP’nin neden olduğu” iddiasını çok daha kabul edilebilir bir hale getirecektir. AKP’nin strateji danışmanları MHP’nin büyük üstünlüğünü anlamak zorunda. MHP’nin ne Dolmabahçe ne de Habur fotoğrafı gibi 2 büyük bagajı yok. PKK’ya yönelen tepki milliyetçi muhafazakar seçmeni bu konuda sicili şaibeli AKP’ye değil, sicili tutarlı MHP’ye oy vermeye ikna edecektir.

Yani Erdoğan’ın kurduğu bu oyun AKP’ye yaramayacak, Türkiye’nin de çok büyük bedeller ödemesine neden olacak.

Peki bütün bunlar bu kadar bariz görülmesine rağmen neden bu yolda inatla gidiyoruz?

Çünkü Erdoğan çaresiz durumda

Erdoğan’ın bu cehennem senaryosunu denemek dışında başka deneyebileceği hiçbir seçenek yok.

Koalisyon kurulmasına izin veremez, TBMM’nin açık tutulmasına göz yumamaz, seçimlere de aynı şekilde giremez.

Sonuç değişmiyor. Erdoğan ve avanelerinin yaşaması için, bugün birilerinin ölmesi dışında bir yol yok. Demirtaş’ın grup konuşmasında söylediği son derece haklı. Bugün sokaklarda çatışma varsa ve bu ülkenin askeri polisi ölüyorsa, “vatan için” değil “saray için” ölüyorlar.

Türkiye’nin Afganistanlaşması önündeki engel: Aklınız

O zaman şunu da sormak zorundayız. Bu işten bir çıkış var mı? Çocuklarımızın ölmesini, büyük şehirlerimizde kitlesel olaylar olmasını, OHAL’e kadar gidebilecek bir istkrarsızlık ve düzensizlik ortamını engelleyebilir miyiz? Türkiye’nin çıkarlarını Erdoğan’a karşı ve ona rağmen koruyabilir miyiz?

1*xsi07m4LGgfGyLJ8kTYyvACevap sizde. Aklınıza mukayyet olun. Olabilecek bütün provokasyonlara, bütün denemelere rağmen aklınıza mukayyet olun. Bu bölgede Türkler ve Kürtlerin birlikte yaşamak dışında medeni bir yaşam şansı yok. Haritaya iyi bakın. Kürtlerin bölgede medeni bir ortaklık kurabileceği tek yapı Türkiye. Irak’ta Mehdi Ordusu ve IŞİD, Suriye’de Esad yönetimi, El Kaide, Fetih Ordusu ve IŞİD arasında sıkışmış Kürtler, Türklerle de savaşırlarsa burada çatışma, barbarlık ve savaş dışında nasıl bir yaşam kurabilirler? Türklerin de durumu iyi anlaması lazım. Bölgemiz barbar hareketlerle dolu. Binlerce insanı köle yapan, toplu katliam suçu işleyen IŞİD sınırımızda. Bütün Ortadoğu bölgesinde selefi hareketler yükseliyor. El Kaide ve benzeri onlarca terör örgütü bu bölgeye yuvalanıyor. Radikal islam yükselirken, Türkiye’de de zemin buluyor. Batıyla ilişkilerimiz erozyona uğramış durumda. Yaşanacak iç savaşa benzer bir çatışma PKK ile TSK arasında başlayabilir ancak sonra sokaklarımıza sirayet edecek, devlet güvenliği ortadan kalkacak, memleketin içerisine yerleşmiş onlarca radikal İslamcı hareket de bu durumu Türkiye’yi Afganistanlaştırmak için bir fırsat penceresi olarak görecek.

Sadece bir tane adam hiçbir hukuk kuralıyla bağlı olmadan keyfi bir şekilde memleketi yönetmek istiyor, kamu ihalelerini kafasına göre dağıtıp, 23 Nisan’da koltuğuna oturan çocuğa söylediği gibi “artık Başbakan oldun, asarsın da kesersin” kafasında harcıalem takılmak istiyor diye bu ülkenin çocuklarının ölmesi gerekmiyor.

Bu zamana kadar sizlerin birbirinize karşı duyduğu nefret ve güvensizlik kullanıldı.

Her seferinde önyargılarınıza hitap edildi, bu tahriklere kapılıp birbirinize düştükçe Erdoğan kazandı. Bedelini hep birlikte ödedik.

CHP’liye HDP’liyi, HDP’liye MHP’liyi, MHP’liye CHP’liyi kırdırma stratejisinin sonunda onlar kendilerine Saray dikerken, bu ülkenin çocukları gereksiz yere hapislerde yattı, bu ülkeye yıllarca hizmet veren insanlar her tür zulmü yaşadı.

Bir kez olsun manşetleri göz ardı ederseniz, bir kez olsun tahriklere kapılmaz, önyargı duvarlarınızı aşabilirseniz, uçurumun kenarından dönebiliriz.

Yoksa hep birlikte yuvarlanacağız ve yara bere içinde kalktığımızda yıkık, dökük bir ülke göreceğiz.

Çok sevdiğimiz vatanın her yanından fışkıran feryatlar kulaklarımızı tırmalarken, küllerin üstüne bakıp, “keşke” demek hiçbir şeyi çözmüyor.

[1] http://www.haberturk.com/gundem/haber/1089006-genclerin-tercihi-muhalefet-oldu

Helmuth Von Moltke

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.