Bir tarafta Kürtlerin bölgesel kazanımları; diğer tarafta Türkiye genelindeki Kürtlerin demokratik hakları, huzuru, canı, malı, kısacası hayatı.
Kürt siyasi hareketi ne yazık ki bu açmazdan sağlıklı bir çıkış yolu bulamıyor.
Elbette Türkiye böyle bir açmaza düşmeyebilirdi.
Bölünme korkusunu aşıp etrafındaki diğer komşularla hatta Barzani ile olduğu gibi Suriye Kürtleriyle de daha barışçı, daha diyaloğa dayalı bir politika izleyebilirdi.
Yanlış politikalara karşı durmak, eleştirmek başka, konuya tamamıyla Türkiye’nin dışından bakmaya başlamak çok başka.
İsterseniz biraz daha açayım ne demek istediğimi.
Bölünme korkusuyla yıllardır sürdürülen çatışma ortamı özellikle de Kürtlere hayatı zehir ediyor.
İnsanlar ölüyor. Şehirler yıkılıyor. İnsanlar evini, yurdunu terk edip, göç etmek zorunda kalıyor.
Yüzbinlerce çocuk okula gidemiyor.
Eğer çatışmalar devam ederse bu acıların katlanarak büyüyeceği ortada.
Kürt siyasi hareketinin birinci önceliği bu sorunu çözmek değil mi?
Kürtlerin demokratik haklarını kazanmak ve buna bağlı olarak halkın huzurunu, yaşamını, geleceğini sağlama almak değil mi?
Türkiye’de bunun için siyaset yapmıyorlar mı? Amaçları toplumun farklı kesimlerini çözüme ikna etmek değil mi?
Halihazırda izledikleri politikalar, söyledikleri bazı cümleler ne yazık ki bu amaca hizmet etmiyor.
Özellikle de Suriye’deki kazanımları Türkiye’deki kazanımların önüne geçiren yaklaşımları ve Suriye’deki kazanımları göklere çıkaran söz ve davranışlar, içerideki çözümü her geçen gün daha da zorlaştırıyor.
Suriye’deki kazanımlar pahasına Türkiye’deki milyonlarca Kürdün hayatını daha da zorlaştıracak bir politika yürütüyorlar.
Bunu barış sürecinde de gördük. Kürt hareketinin Türkiye’nin Rojava’yla ilişkisini barış sürecinin neredeyse en önemli şartı sayması, sorunun çözümünü daha da zorlaştırdı.
Kaldı ki Suriye Kürtlerinin kazanımları, bu kazanımların farklı ülkelerdeki Kürtlerin hayatına nasıl etki edeceği de ayrı bir tartışma konusu.
Mesela Suriye’deki muhtemel kazanımlar Türkiye’deki Kürtlerin hayatına nasıl etki edecek? Batman’daki, İstanbul’daki, Şırnak’daki Kürtlerin hayatında ne tür bir değişiklik olacak? Bu konular hiç tartışılmıyor.
Kabul etsek de etmesek de toplumun önemli bir kesiminde bölünme korkusu var.
Kürt Hareketi bu korkuyu giderecek politikalar üretmesi gerekirken tam da bunu güçlendirecek sözler söylüyor. Bu politikalar Kürtlerin hayatını daha da zorlaştırmaktan başka bir işe yaramıyor. Toplumda Kürt fobisini artırıyor. Kürtleri nefret odağı haline getiriyor ve devletin çatışmacı politikalarına meşruiyet kazandırıyor.
Suriye’deki Kürtlere yardım etmek başka onların “Türkiye aleyhine” görülen kazanımlarına sevinç çığlıkları atmak çok başka.
Mesela Türkiye başbakanı “PYD Fırat’ın batısına geçemez” dediğinde “Geçecek sen de mal mal bakacaksın” demek…
PYD Fırat’ın batısına geçtikten sonra “Hay Allah doğruymuş o zaman dans” gibi sorumluluk duygusundan uzak çocukça sözler sarf etmek…
Bu sözlerin içerideki Kürt sorununu çözümüne katkı sağladığını kim söyleyebilir?
Kaldı ki bu tür sözlerin başka sorunlu bir tarafı daha var.
Türkiye Kürtlerinin hayatı cehenneme dönmüşken, şehirleri yıkılırken, her gün insanlar ölürken, çocuklar gidecek okul bulamazken bu neyin mutluluğu?
Neyin kutlaması? Neyin dansı? Neyin ve kimin zaferi?
PYD’nin ele geçirdiği küçük bir kasabanın belki de on katı büyüklüğünde şehirler Türkiye’de yerle bir olurken sınırın öte tarafındaki küçük bir kasabanın Kürtler tarafından çatışmayla alınmasına sevinmek…
Hakikaten anlaşılması zor bir tutum.
En önemlisi de bu sevinç çığlıkları Kürt siyasi hareketini Türkiye’nin karşısında bir konuma yerleştiriyor.
Bu davranışın bir başka sorunlu yönü de duygu birliğini vatandaşlık üzerinden değil de etnisite veyahut ideolojik yakınlık üzerinden kurmak.
İslamcıların ümmet kardeşliği üzerinden ürettiği politikaları eleştirip, sonra da etnik kökene dayalı ideolojik birliktelik üzerinden politikaları öncelik yapmak…
Geçmişte İslamcılar da benzer sözler söylerlerdi. “İran ile Türkiye savaşırsa ben İran safında olurum” diyen bir İslamcı ile “PYD ile Türkiye çatışırsa ben PYD’nin safında olurum” diyen bir Kürdün arasında ne fark var?
Savaşa bütünüyle karşı olmak başka, muhtemel bir çatışmada Türkiye’nin karşısına geçebilecek bir yaklaşıma sahip olmak hakikaten çok başka.
İslamcıların bu yönünü eleştirip sonra benzerini yapmak tutarsızlık değil de ne?
Diğer taraftan kendini medeni, solcu, gelişmiş dünya değerlerini paylaşan bir hareket olarak tanımlayan Kürt hareketinin kimliklerden, inançlarından bağımsız olarak temel hak ve özgürlükleri esas alan politikalar üretmek yerine sınırları aşan etnik köken, ideoloji birliktelik peşinde koşması ayrı bir garabet.
Tekrar edeyim: Yanlış politikalara karşı durmakla o yanlışın neden olduğu politikalar sonunda parçası olduğumuz ülkenin düştüğü zafiyetten mutlu olmak arasında çok büyük bir fark var.
Böyle davranışlar toplumsal ve politik meşruiyetin kaybolmasına neden olur.
İnsanların sizi “Türkiye düşmanı” veyahut Türkiye’nin zafiyetinden mutluluk duyan kimseler olarak görmesini yol açar.
Bu davranışlar toplum nezdinde sözlerinizi ve politikalarınızı etkisiz kılar.
Devletin “Bunların amacı demokratik hak ve özgürlükler değil” sözünün toplumda karşılık bulmasına neden olur.
Özetle, Türkiye’deki milyonlarca Kürdün hayatını cehenneme çevirme pahasına Suriye’deki kazanımları her şeyin önüne koymak akıl işi değil.
Kürtlerin hak ve özgürlüklerini almak, hayatlarını daha yaşanabilir kılmak için yola çıkan Kürt hareketi, giderek Kürtler için bir yük halini almaya başladı.
Politikalarını gözden geçirmez, söz ve davranışlarına bir çeki düzen vermezlerse zaten hayatları cehenneme dönen Kürtlerin hayatını daha da çekilmez yapmaktan başka bir iş yapmış olmayacaklar.
İzledikleri siyasetle Kürtlerin hayatına olumlu bir katkı sunamıyorlar.
Bu yanlış, hesapsız politikalarla daha fazla zarar vermeseler bari.
Levent Gültekin
You must log in to post a comment.