Yolsuzluk iddiaları, ekonomideki daralma; asker, polis, sivil her gün onlarca insanın ölmesi, şehirlerin yıkılması, canlı bomba saldırıları, çocuklara taciz-tecavüz olayları, Anayasa’nın askıya alınması, yargının siyasallaşması, dış politikada ağır iflas… Bu bir ülke için korkunç bir tablo.
Fakat tüm bunlara rağmen insanlar parti tercihini değiştirmiyor. Farklı anket şirketlerinin araştırma sonuçlarına göre son durum şöyle: AK Parti yüzde 49-51 bandında. CHP 23-25, MHP 10-12, HDP ise 9.5- 10.5 bandında.
Tüm yaşadıklarımıza rağmen tablo değişmiyor. Siyasette bir kilitlenme var.
Görüne o ki halk, içinde bulunduğumuz bu kötü duruma rağmen mevcut muhalefet partilerinden herhangi birine güvenmiyor, yönelmiyor. Zaten kendi seçmenlerinin bile güvenmediği, inanmadığı, beğenmediği muhalefet partilerine, iktidar partisi seçmeninin ilgi göstermesini beklemek çok tuhaf.
Hal böyleyken yazarlar, gazeteciler, aydınlar, akademisyenler, muhalefet partileri… genel olarak muhalif çevrelerde şöyle bir hava var: Bir mucize olacak, Erdoğan’ın planları sekteye uğrayacak ve Türkiye bu kötü gidişattan kurtulacak.
Erdoğan zaten vahim hatalar yapıyor. Hükümetin kifayetsizliği, kusurları ortada. Bunlar sır değil. Fakat elle tutulur bir alternatif yok. Bu da sır değil.
Seçmen tercihlerinin değişmesini sağlayacak hiçbir şey yapmazken bu havayı yayanlar ülkeye büyük bir kötülük yapıyor.
Çünkü toplumun meselelere gerçekçi yaklaşmasının önüne geçiyorlar. Böyle yaparak AK Partilileri savunmaya, muhalifleri ise tembelliğe itiyorlar.
Bir ülke bu şekilde yol alamaz
Söyler misiniz Allah aşkına ne olacak, nasıl olacak da işler düzelecek?
Ne olacak da iktidar partisinin, Erdoğan’ın yüzde 49’luk halk desteği bir anda eriyecek? Ne olacak da 7 seçimdir AK Parti seçmeninin oyunu alamayan muhalefet partileri 8. seçimde alacak? Ne olacak da Erdoğan gidecek? Veyahut siyasi hesapları zarar görecek?
Darbe mi olacak? Dış müdahale mi gelecek? Obama Erdoğan’la görüşmeyince Erdoğan istifa mı edecek? Ya da Amerikalı savcı Türkiye’de iktidarı mı devirecek? Ne olacak da yüzde 49 fikrini değiştirecek?
Elbette bir ülke bu şekilde yol alamaz.
Elbette Erdoğan bu politikayla eninde sonunda duvara toslayacak. Fakat ne kadar sürecek? Üç yıl mı? Beş yıl mı? 10 yıl mı? O gittiğinde ortada bir ülke kalacak mı?
“Türkiye yıkılacak Erdoğan da altında kalacak.” Bunu mu diyorsunuz?
Bir yol bulalım da ülke daha fazla zarar görmeden bu gidişatı durduralım diye uğraşmıyor muyuz? Esas meselemiz bu değil mi? Toparlanmayacak hale geldikten sonra veyahut bizi 50 yıl geriye götürdükten sonra Erdoğan gitse ne olur, kalsa ne olur?
Erdoğan seçimle geldi, seçimle gitmeli. Bunun dışında herhangi bir yol, ülke için büyük bir felaket olur.
Bunun için öncelikle Erdoğan’ın politikalarıyla ülkeye verdiği zararı topluma anlatmanın yolunu bulmalıyız. Onları ikna edecek bir dile, sahiciliğe, sıcaklığa ihtiyacımız var.
Ne heyecan, ne enerji, ne de cesaret var
Fakat muhaliflerin bir dil ve üslup sorunu var. Topluma güven veremiyorlar.
Küçük bir azınlık hariç, ideolojik tarafgirlikten kurtulup gerçek demokrat olamıyorlar.
Cesaret gösterip risk almıyorlar. Strateji kuramıyorlar. Slogan atmaktan, kınamaktan, beylik laflarla süslenmiş yazılar üzerinden meydan okumaktan başka bir şey yapamıyorlar.
Siyasetteki bu kilidi açmadan bir yere varamayız. Topluma bir çıkış yolu göstermeden meseleyi çözemeyiz. Bu durumda halka kızarak, onlara hakaret ederek “Nasıl olur bunca kötülüğü bir türlü göremiyorlar?” diye sızlanarak bir şey elde edemeyiz.
Topluma ulaşıp gerçekte ne olup bittiğini anlatacak, güven verecek bir yol ve yöntem bulmalıyız.
Bir taraftan bunu yaparken diğer taraftan da iktidarı yanlışlarından döndürecek sonuç alıcı işler yapmalıyız.
Fakat kimsenin farklı bir şey yapmak için ne heyecanı, ne enerjisi, ne de cesareti var.
Davadaki utanç manzarası
Mesela geçtiğimiz günlerde Can Dündar ve Erdem Gül’ün mahkemesi vardı.
“Bu dava Can Dündar meselesi olmaktan çıktı. Nefes aldığımız son kurum olan Anayasa Mahkemesi’ni işlevsiz hale getirtmek istiyorlar. Bunu engelleyici bir tavır için adliyede buluşalım” diye çağrıda bulunuldu.
Mahkeme salonunda kaç kişi vardı biliyor musunuz? Yaklaşık 500 kişi!
Hakikaten çok utanç verici bir durumdu.
Masa başında iktidarı yerden yere vuran yazarların, gazetecilerin bile bir kısmı gelmemişti. Muhalefet liderleri zaten yoktu ortalıkta.
Buna rağmen küçük bir direniş, davanın 1 Nisan’a ertelenmesine neden oldu.
Solun birinci tercihi bağcıyı dövmek
Peki bu niçin böyle? Niçin aydınlar, yazarlar, kanaat önderleri… muhalefet bir varlık gösteremiyor? Neden toplumla bir diyalog kuramıyorlar? Niye sonuç alıcı işler yapamıyorlar?
Uzun zamandır gözlem yapıyorum. Şöyle bir kanaat oluştu bende:
İslamcılar, muhafazakarlar zaten iktidara teslim olmuşlar. Muhalifler genelde sol çevrelerden oluşuyor.
Görünen o ki onlar da muhalefet etmeyi daha çok tepki göstermek, slogan atmak, en baba yazılarla olup biteni kınamak olarak görüyor.
Gösterdikleri tepkilerin bir işe yarayıp yaramadığına, bir sonuç getirip getirmediğine pek bakmıyorlar. Strateji kurmaya, akılla mesafe kat etmeye pek alışkın değiller. Böyle bir kültürleri yok.
Hatta bu dili, üslubu ayarlanmamış tepkiselliğin, karşı tarafı daha da kenetlediğini umursamıyorlar.
“Bir şey yapalım” denildiğinde akıllarına ilk olarak bildiri yayınlamak gibi sözlü, yazılı tepki vermekten başka bir şey gelmiyor.
Evet demokrasi ve özgürlük konusunda daha hassaslar fakat bu değerlerin bir ülke için kıymetli olduğunu topluma nasıl anlatacaklarını bilmiyorlar.
“Derdin üzüm yemek mi bağcıyı dövmek mi?” denildiğinde ne yazık ki solun birinci tercihi bağcıyı dövmek oluyor.
Nuray Mert bu kimselere ‘tembel demokratlar’ diyor.
Evet ‘tembel demokratlar’ın iş bilmezliği ile aklını, vicdanını, insanlığını terk etmiş iktidar mensupları arasında sıkışıp kaldık.
Levent Gültekin
You must log in to post a comment.