Home » Featured » Yorum: OHAL Kararnameleri ya da Kararnameyle Yönetilmek…

Yorum: OHAL Kararnameleri ya da Kararnameyle Yönetilmek…

36543B9200000578-3693268-image-a-21_1468666225492

Ülke genelinde 90 gün için OHAL ilanı, 21 Temmuz tarihli Resmi Gazete’de yayınlandı (2016/9064).

Cumhuriyet tarihinin neredeyse dörtte biri, yurt genelinde ya da belli bölgelerde olağanüstü hal ya da sıkıyönetim altında geçti. OHAL ve sıkıyönetim, müjdesi verilecek, kutlanacak ve gurur duyulacak yönetim biçimleri değil. Bu nedenle AKP’nin seçim broşürlerinden birinde, ‘OHAL kalktı, baskılar bitti, köyümde özgürce yaşıyorum’ yazıyordu. Demek ki OHAL, özgürlük sınırlamalarının ve baskının olduğu bir rejim. OHAL’e bir zorunluluk nedeniyle başvurulur, durumun vahim olduğunu gösterir.

OHAL’i genel bir adlandırma olarak düşünün. Anayasa’nın ilgili kısmı ‘olağanüstü yönetim usulleri’ başlığını taşır ve kendi içinde çeşitli düzeylere ayrılır. OHAL, sıkıyönetim, seferberlik ve savaş hali. Her birinin ayrı yasası var. 1982 Anayasası, 1961’den farklı olarak OHAL sayısını, ‘iki’ye çıkardı. Bu olumlu bir gelişmeydi, çünkü sıkıyönetime geçmeden önce sorunları OHAL’le çözme şansı artıyordu.

Nesi iyi diyeceksiniz. Sıkıyönetim, yarı askeri bir düzendir, OHAL ise sivildir. Bugün olduğu gibi OHAL ilan edildiğinde ‘yürütme’ ve ‘yargı’da sivil organlar işlemeye devam eder. Oysa sıkıyönetimde, kamu düzeninin sağlanmasına ilişkin idare (kolluk/polisiye işler) askere, yine aynı konudaki yargılama yetkisi, askeri mahkemelere geçer. Ezcümle, OHAL sıkıyönetimden evladır!

OHAL, bir başıbozukluk düzeni değil. Olağan dönem kurallarıyla üstesinden gelinemeyecek durumlar ortaya çıktığında başvurulan, ‘yeni’ bir hukuk düzeni. Nasıl ilan edileceği, TBMM aşaması, yasası, ilkeleri, uygulamaların sınırları vs. belli. Dün, Anayasa’nın 120. maddesine göre OHAL ilan edildi. 119. maddedeki OHAL, ‘doğal afet, ağır ekonomik bunalım vs.’ durumlarında mümkün. 120. madde ise ‘şiddet olaylarının yaygınlaşmasına’ ilişkin.

OHAL yasası ve temel haklar konusundaki sınırlamalara dair şu anda uzunca yazmaya gerek yok. Diken’de çok iyi bir özet çıktı. Ayrıca T24’te yayınlanan kısa OHAL tarihi de gayet yararlı.

Üzerinde duracağım iki temel konu var: 1. Temel hak ve özgürlüklere getirilecek ek sınırlamalar. 2. OHAL KHK’leriyle (Kanun Hükmünde Kararname) yapılabilecekler, yapılamayacaklar.

Bazı ek sınırlamalar getirilebilir. Örneğin ilk akla gelen, gözaltı süreleri. Ancak sınırlamalar OHAL yasası çerçevesinde, o yasaya uygun olmalı. OHAL devreye girdiğinde, evet yeni bir hukuk düzeniyle karşılaşırız ancak yeni düzen, Anayasa hükümlerini, tarafı olduğumuz uluslararası sözleşmeleri, hukukun evrensel ilkelerini vb. ortadan kaldırmıyor!

Anayasamıza göre ‘en ağır koşullarda’ dahi müdahale edilemeyecek hak ve özgürlükler var. Temel haklara ilişkin tüm maddeleri aktaracak değilim. Ancak ‘genel hükümler’e değinmek gerekli. Özellikle birine: Anayasa’nın ‘Temel hak ve hürriyetlerin kullanılmasının durdurulması’ başlığını taşıyan 15. maddesine göre, “Savaş, seferberlik, sıkıyönetim veya olağanüstü hallerde, milletlerarası hukuktan doğan yükümlülükler ihlâl edilmemek kaydıyla, durumun gerektirdiği ölçüde temel hak ve hürriyetlerin kullanılması kısmen veya tamamen durdurulabilir veya bunlar için Anayasada öngörülen güvencelere aykırı tedbirler alınabilir. (Değişik: 7/5/2004-5170/2 md.) Birinci fıkrada belirlenen durumlarda da, savaş hukukuna uygun fiiller sonucu meydana gelen ölümler dışında, kişinin yaşama hakkına, maddî ve manevî varlığının bütünlüğüne dokunulamaz; kimse din, vicdan, düşünce ve kanaatlerini açıklamaya zorlanamaz ve bunlardan dolayı suçlanamaz; suç ve cezalar geçmişe yürütülemez; suçluluğu mahkeme kararı ile saptanıncaya kadar kimse suçlu sayılamaz.”

Görüldüğü gibi, en ağırı olan ‘savaş durumunda’ dahi, tedbirleri alan idare, ‘uluslararası hukuk’u dikkate almalı ve mutlaka ‘ölçülü’ olmalı. Ölçülülük, eski bir hocamızın dediği gibi, ‘sineği silahla değil, sineklikle öldürmek’ anlamına gelir.

Ayrıca yine görüldüğü gibi, en vahim durumlarda da ‘yaşama hakkı’na, ‘maddi ve manevi varlığa’ dokunulamaz. İşkence yapılamaz. Hiç kimse inancını ya da düşüncesini açıklamaya zorlanamayacağı gibi, bunlardan dolayı kınanamaz. Suç ve cezalar geçmişe yürümez.

Demek ki o berbat işi yapıp idam cezasını yeniden kabul etseler de hâlihazırdaki darbe girişiminin sorumlularına uygulanamaz! Geleceğe dönük olur. Haliyle, idam çığlıklarına verilen yanıtlar, açıkça ve amiyane tabirle ‘gaz almaya’ yönelik. Gel de anlat! Son ilke ise ‘suçsuzluk karinesi.’ Tekrar ediyorum: Bunlar, savaş durumunda dahi geçerli anayasal ilkeler. Türkiye’de ilan edilen ise, OHAL!

Gelelim diğer konuya, OHAL KHK’lerine.

Türkiye’de, olağan dönemde çıkarılan KHK’ler dahi zaman zaman büyük sorun oldu. Örneğin 2011’de arka arkaya çıkarılan ve hatırladığım kadarıyla TBMM’de oylanmadığı için ‘yasama yetkisinin devri’ eleştirilerine konu olan KHK’ler gibi. TBMM’den kaçırılan KHK’lerle bütün bürokrasi hallaç pamuğu gibi atıldı o zaman. Bu felaketi ve peşi sıra ‘kadrolaşma’yı çok eleştirdik ama her zaman olduğu gibi aldıran olmadı. O yıllar benim gibilerine ‘Ayol bunlar ileri demokrasiye karşı’ filan diyorlardı. Hatırlarsınız, bir ara ne kadar muhalif varsa ‘aynı torba’ya atılıp sesleri duyulmasın diye ağzı sıkıca bağlanmıştı. Hayat işte!

OHAL KHK’leri ise diğerinden ‘riskli’ ve son derece özenli/dikkatli davranılmalı. Olağan dönem

KHK’leri ile OHAL KHK’leri arasındaki farkları, gerekli tasnifi benden çok daha iyi yapan, rahmetli hocam Yavuz Sabuncu’nun Anayasaya Giriş adlı kitabından alıntılamak isterim:

Olağan KHK’lerden farklı olarak bunlar ancak ‘cumhurbaşkanı başkanlığında toplanan’ bakanlar kurulunda kabul edilebilirler.

Bu kararnamelerin çıkarılması için bir yetki yasasına gerek yoktur. Bu KHK’ler yetki kaynağını doğrudan Anayasa’da bulmaktadırlar.

Bu kararnameler ancak olağanüstü hallerin ya da sıkıyönetimin uygulama alanıyla sınırlıdır.

Bu kararnamelere karşı Anayasa’ya aykırılık iddiasıyla AYM’ye başvurma olanağı yoktur.

Bu kararnameler de olağan KHK’ler gibi Resmi Gazete’de yayınlanacak ve aynı gün TBMM’nin onayına sunulacak olmakla birlikte, bu kararnamelerin öncelik ve ivedilikle görüşüleceğine ilişkin bir hüküm Anayasa’da yer almamaktadır.

Rahatlıkla görüleceği gibi OHAL KHK’leri, eğer toplum ve muhalefet uyanık davranmazsa çok kötüye kullanılabilecek türden metinler. Nitekim Özal bazı uyanıklıklar yapmıştı. Olağan dönem konusu olabilecek düzenlemeleri, ‘Nasıl olsa AYM denetimi yok’ diyerek OHAL KHK’leri içine yedirmeye çalıştı. Sonunda AYM, ‘Ben kendimi kararnamenin adı ile bağlı saymam, içeriğine bakarım ve eğer OHAL’i ilgilendiren bir hüküm değilse iptal ederim’ diyerek iptal kararları verdi. Ancak şu anda iki üyesi tutuklu AYM’nin böyle bir yorum yapmaya cesaret edeceğini hiç sanmıyorum.

‘Muhtemel’ OHAL KHK’lerine dair olmadık satırlar da çarptı gözüme. Deniyor ki ‘Efendim Anayasa’nın 91. maddesinin ilk fıkrası gereğince OHAL durumunda temel hakların tümü KHK ile düzenlenebilir.’ Yapma yahu! Belli ki bu yorumu yapanların yazması iyi de okuması kıt.

Anayasa’nın ‘gurur verici’ 13. maddesine göre temel haklar, ‘ancak’ kanunla sınırlanabilir. Bir kez daha: Ancak ‘kanunla’ sınırlanabilir. Zamanında türban yasaklarına ve konuya dair üniversite disiplin yönetmeliklerine karşı çıkarken, ‘Dini semboller temel haktır ve yönetmelikle değil, ancak kanunla sınırlanabilir; Türkiye’de türbanı yasaklayan bir yasa yok’ derken anlatmak istediğim(iz) buydu. Ezcümle, temel haklar olağan ya da olağanüstü KHK’lerle sınırlanamaz. Bu kadar basit ve açık…

Bana kalırsa, ilan edilmemesi kesinlikle doğru olurdu. Muhalefet, becerebilirse bu son derece ‘sıkıntılı’ karardan caydırmalı. Ancak eğer TBMM onayıyla üç aylığına OHAL’e geçiliyorsa, hiç olmazsa olağanüstü durumun ‘hukuk kuralları’na uyulmasını sağlamalı. Bombalanan TBMM, bir zahmet yetkilerine sahip çıkmalı ve Türkiye ‘kararnameler’le yönetilir hale gelmemeli. Ayrıca herkes her koşulda, doğru bildiğini dürüstçe savunmaya devam etmeli…

Türkiye, nicedir akıl dışı anayasa ve hukuk ihlallerinden mustarip. Umulur ki halk düşmanı zorbaların geçen haftaki başarısız girişimi, memleketi yeniden doğru raya oturtur. Umulur ki bu kez ‘doğru’yu söyleyenlere hain main gibi zırva laflar edilmez. Umulur ki bir belayı savuşturuyoruz diye, yeni belalara muhatap olmaz Türkiye. Umut fakirin ekmeği! Hep ‘Şahtık Şahbaz olduk’ diyorduk; Şahbaz’ı da arar hale gelmeyelim…

Bir sonraki yazı, “Fethullahçıların kulaklarını keselim, herkes tanısın”, “Darbeciler insan değil, insan haklarını boşverin”, “Ayrı mezarlık yapalım, gelen geçen tükürsün”, Kenan Evren’i muhtemelen ressam zannedenlerin ise ‘Ölülerine dini hizmet verilmeyecek’ ifadeleri ve ‘genel kaygı’ üzerine olacak. Yani yine, insan ve hakları üzerine…

MURAT SEVİNÇ

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.