Home » Featured » Yorum: Türkiye İran Olabilecek mi?

Yorum: Türkiye İran Olabilecek mi?

erdogan_46_0Gençliğimiz “Türkiye İran olmayacak” sloganları ve bağlantılı politik tartışmalarla geçti.

Türkiye İran olmayacak” diyenlerin söylemek istedikleri şuydu: İslamcı bir devrime, dönüşüme müsaade edilmeyecek, laiklikten ve demokrasiden taviz verilmeyecek.

Bu endişe veyahut korku aynı zamanda Türkiye’deki demokrasinin gelişip yükselmesinin, laikliğin, toplumun geniş kesimlerince benimsenmesinin önündeki en büyük engellerden biri oldu. Çünkü İslamcılar güçlenmesin, laiklik tehlikeye girmesin diye yasaklar koydular. Laikliği gerçek işlevinden koparıp bir kesime baskının aracı yaptılar.

Fakat bu yasaklar İslamcıların güçlenmesini engellemedi. Tam tersine daha da büyüttü. Hatta İslamcılar tam da o yasaklardan ve baskılardan besleniyordu.

Türkiye İran olmalı” derken bunlardan bağımsız farklı bir noktaya dikkat çekmek istiyorum.

İki lider, iki ülke

2000’li yılların başlarında İran’da Tahran’ın ‘popülist İslamcı’ olarak tanımlanan belediye başkanı Mahmud Ahmedinejad, Türkiye’de ise yine İstanbul’un ‘popülist İslamcı’ belediye başkanı Tayyip Erdoğan iktidara geldi.

Esasında ikisinin siyaset tarzları, politikaları, meselelere yaklaşımlarındaki benzerlik bir hayli fazlaydı.

Öyle ki Ahmedinejad, baba Hossein Zarrab’la iş tutarken Erdoğan ise oğul Zarrab’la iş tutuyordu.

Ahmedinejad “Bütün dünya bize düşman, gelişmemizi, büyümemizi, yol, köprü yapmamızı, kendi silahımızı üretmemizi, kendi ayaklarımızın üzerine durmamızı istemiyor” diyerek İran’daki geleneksel Batı karşıtlığını Batı düşmanlığına dönüştürdü. “İsrail’i haritadan sileceğiz” gibi hamasi sözlerle herkesi İran’a düşman yaptı. Nükleer enerji üretme çalışmalarını hamasetle nükleer silah olarak pazarlama çabaları işleri daha da içinden çıkılmaz hale getirdi.

Ülke büyük sorunlarla karşı karşıya kaldı. Ve ardından İran’a ağır ekonomik ambargo uygulandı.

Ahmedinejad bu siyaset tarzıyla, politikasıyla tam da İran’ın güçlenip yükselmesini istemeyen rakiplerinin, muarızlarının işini kolaylaştırıyordu. Ekonomik ambargo ardından gelecek muhtemel iç kargaşa İran’ı, Irak ve Suriye gibi çatışmaların ve sonucunda da parçalanmanın eşiğine getirecekti.

Fakat İran’da devlet aklı devreye girdi. Yumuşak bir geçişle politika değişikliğine gidip ülkeyi Ahmedinejad’ın sürüklediği felaketin eşiğinden döndürdü. Devrimin en güçlü taraftarlarından biri olan fakat Ahmedinejad’a kıyasla daha akılcı, reformist ve özgürlükçü politikalara ağırlık veren Hasan Ruhani’yi devlet başkanı yaptı.

Ruhani ılımlı politikalarıyla ülkesini Ortadoğu kazanından çekip aldı. Mezhep ve etnik savaşların dışında tuttu. Diyalogla ambargonun kalkmasını sağladı. Ülkeyi hedef olmaktan kurtardı. Dünyayla barıştırdı.

Şimdilerde Ahmedinejad’ın “Yol, köprü, havaalanı yapmamızı engellemeye çalışıyorlar” dediği Batılılar İran’daki yol, köprü, havaalanı inşaat ihalelerinden pay almak için adeta yarış halinde.

Türkiye’nin ihtiyacı

Evet, Türkiye’nin tam da böyle bir geçişe, tam da İran’dakine benzer bir devlet aklına ihtiyacı var.

Tayyip Erdoğan, ilk yıllarda muhafazakar demokratlığı benimseyen, reformist politikalara ağırlık veren tam da ‘iyi işler’ yaptığı için Batı tarafından desteklenen Erdoğan, zaman içerisinde İslamcı çizgisine döndü. Ahmedinejad’ın politikalarına benzer politikalarla Türkiye’yi büyük bir ateşin ortasına attı. Kendisine oy verenleri akıl almaz bir fanatizme sürükledi. Batı düşmanlığını ülkenin dış ve iç politikasının ana merkezine oturttu.

Bu tarz politikalar ülkeyi beka sorunuyla karşı karşıya bıraktı.

Benim gözlemlerime göre ülkenin durumu görünenden, hissedilenden çok daha ağır. Büyük problemlerle karşı karşıyayız.

İşte bu nedenle Türkiye’nin aynen İran’dakine benzer bir yumuşak geçişe ihtiyacı var. Bu yumuşak geçişi organize edecek bir devlet aklına ihtiyacı var.

Pazartesi gecesi Reza Zarrab’ın ABD’de tutuklandığı haberi gelince sosyal medyada adeta bir bayram havası vardı.

Bu haberden dolayı hepimiz çok mutlu olduk. Çünkü yapanın yanına kar kalmayacak, adalet yerini bulacaktı. Fakat bu adaleti kimin, hangi amaçla sağlayacağını, ne tür sonuçlar doğuracağını kimse düşünemiyordu. Çünkü öfke çok büyüktü.

Tayyip Erdoğan toplumu kutuplaştırdı. Kendinden görmediği kesimlerin canını çok acıttı. Şimdi ona karşı toplumun önemli bir kesiminde büyük bir öfke var.

Fakat bir kesimde de “Batılıların derdi Erdoğan, onu yedirmeyiz” temalı bir koruma refleksi hakim. Ona öfke duyan herkese ‘düşman’ gözüyle bakıyorlar.

Bu nedenle bu öfkeyi de bu fanatik taraftarlığı da ülkeyi daha büyük felakete sürüklemeden yönetecek bir devlet aklına ihtiyaç var.

Sorunlarını dış müdahalelerle değil, kendi iç dinamikleriyle çözecek bir akla, ülkeyi bu ateş çemberinden daha da yaşanmaz hale gelmeden çekip çıkaracak bir stratejiye ihtiyaç var.

Tayyip Erdoğan mı, Türkiye mi?

Mesele Tayyip Erdoğan’dan kurtulma meselesi olmaktan çıktı. Çünkü Tayyip Erdoğan ortada bir ülke bırakmadı.

Esas mesele bu geçişin nasıl sağlanacağı, ülkeyi kimin, nasıl toparlayacağı, iç barışı yeniden nasıl tesis edeceği ve Ortadoğu bataklığından sağ salim nasıl çekip çıkaracağı meselesi.

7 Haziran öncesi AK Parti seçmenine seslenmiş ve şöyle demiştim: “Şimdi bir tercihle karşı karşıyasınız. Ya Erdoğan’ı tercih edeceksiniz ya da Türkiye’yi.”

AK Parti seçmeni ne yazık ki Erdoğan’ı tercih etti.

Şimdi benzer bir tercihle Erdoğan muhalifleri, hepimiz karşı karşıyayız: Tayyip Erdoğan mı, Türkiye mi? Yani öncelik yangını söndürmek mi yoksa her ne şekilde olursa olsun yangını çıkaranın cezasını vermek mi?

Bu tercih, ülkenin Tayyip Erdoğan’dan sonraki gidişatını da netleştirecek.

İran olmakla Irak olmak arasında ince bir çizginin üzerindeyiz.

Bu nedenle duyguyla, güdüyle, öfkeyle hareket etme zamanı değil. Akılla, stratejiyle, ince siyasetle hareket edip geleceğimizi de heba etmeden bir çıkış yolu bulmalıyız.

Bu yüzden “İran olmalıyız” diyorum. Çünkü diğer tercih Irak olmak.

Levent Gültekin

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.